HABERMAX. Bir kişi dijital oyun oynarken ya da dijital bir ortamda vakit geçirirken, zihninin büyük bir kısmı bu eyleme odaklandığını kaydeden Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Kişi, ne zaman dijital bir ortamda bulunacağını düşünür ve bu düşünceler hayatının çoğunu kaplar. Bu durum dijital oyun bağımlılığı ve dijital kumar bağımlılığı gibi çeşitli dijital bağımlılık türlerini içerir.” dedi.
“Evde güvenli bir ortam varsa, anne-baba ilişkileri sağlıklıysa ve çocuklar psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa, bu bağımlılık riski azalır.”
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, dijital bağımlılık konusunu ele aldı.
Dijital bağımlılık kişinin dijital unsurlarla aşırı derecede meşgul olması anlamına geliyor
Dijital bağımlılığın, kişinin dijital unsurlarla aşırı derecede meşgul olması anlamına geldiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Bu bağımlılık iki türdür: Birincisi, kişinin yaşamını kötü yönde etkileyen ve bağımlılık oluşturan davranışlar olarak tanımlanan ‘dependence’ (bağımlılık) ikincisi ise kişinin özgür iradesini kaybetmesine ve esir hale gelmesine neden olan ‘addiction’ (bağımlılık) olarak adlandırılır. Dijital bağımlılık, kişinin dijital dünyaya esir olması durumudur ve bu durumda kişi, bağımlılığın merkezinde olur. Bağımlılığın ilk belirtisi, kişinin yaptığı eylemin hayatındaki en öncelikli ve önemli konu haline gelmesidir. Örneğin, bir kişi dijital oyun oynarken ya da dijital bir ortamda vakit geçirirken, zihninin büyük bir kısmı bu eyleme odaklanır. Kişi, ne zaman dijital bir ortamda bulunacağını düşünür ve bu düşünceler hayatının çoğunu kaplar. Bu durum dijital oyun bağımlılığı ve dijital kumar bağımlılığı gibi çeşitli dijital bağımlılık türlerini içerir.” dedi.
Dijital dünyada büyüyen bir nesil olarak gençler, bu bağımlılık türlerinden en çok etkileniyor
Gençlerin, dijital dünyada büyüyen bir nesil olarak, bu bağımlılık türlerinden en çok etkilenen grup olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Dijital dünyayı yerel bir ortam olarak gören gençler, bu teknolojiyi rahatça kullanabilmekte ve bu nedenle kötüye kullanma ihtimalleri daha fazladır.” diye konuştu.
Bağımlılık Kongresi’nde bağımlılık ile şeker hastalığının (diyabet) benzer hastalıklar olarak tespit edildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Şeker hastalığında, prediyabet (diyabet öncesi durum) uzun yıllar yüksek karbonhidratla beslenme sonucunda insülin reseptörlerinin bozulmasıyla gelişir. Bu durumda kan şekeri kullanılamaz hale gelir ve diyabet oluşur. Şeker hastalığı tedavi edilmezse, insülin yetmezliği ortaya çıkar ve insülin enjeksiyonları gerekebilir. Benzer şekilde, bağımlılıkta da sürekli haz unsurlarıyla meşgul olmak (dijital ortamlar, maddeler, eğlence vb.) zamanla bağımlılığa yol açar. İlk olarak, bağımlılığın öncesinde (pre-addiction) dopamin reseptörleri bozulur. Şeker hastalığında olduğu gibi, dopamin reseptörleri de bozulduğunda kişi daha fazla dopamin, yani daha fazla haz arar. Bu durum, ödül yetmezliği sendromuna yol açar. Kişi, bağımlılık maddesini hayatının merkezine koyar, bu dijital, sanal veya kimyasal olabilir; fark etmez, aynı dopamin sistemi etkilenir.” şeklinde konuştu.
Aşırı zihinsel meşguliyet ana belirti…
“Bağımlılığın ana belirtilerinden biri aşırı zihinsel meşguliyettir.” diyen Prof. Dr. Tarhan, “Kişi sürekli olarak bağımlılık nesnesi hakkında düşünür ve bu, kontrol duygusunun kaybolmasına neden olur. Örneğin, kişi ‘Bundan sonra sadece iki saat oynayacağım’ diyebilir, ancak ertesi gün aynı duruma geri döner. Bu başarısız bırakma girişimleri ve kontrol duygusunun kaybolması, bağımlılığın temel belirtilerindendir.” dedi.
Sosyal medya kuşağı varlık içinde olgunlaşmak zorunda kalıyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, günümüzde X, Y, Z kuşaklarından söz edildiğini, X kuşağının, radyo ile büyümüş bir kuşak olarak radyoyla sosyalleştiğini ve dünyayla iletişim kurduğunu anlatarak, şöyle devam etti:
“Y kuşağı ise televizyonla sosyalleşen bir kuşak olarak karşımıza çıkar. Z kuşağı ise sosyal medya ile sosyalleşmiş, iletişim kurmuş ve sosyal medyayı hayatlarının en önemli iletişim unsuru haline getirmiş bir kuşaktır. Bu üç kuşak arasında büyük ve hızlı farklar bulunuyor. Eski kuşaklar zorluklar içinde olgunlaşırken, sosyal medya kuşağı varlık içinde olgunlaşmak zorunda kalıyor. İnsan hayatında çocuklar ergenlik dönemiyle birlikte olgunlaşmaya başlarlar. Örneğin, küçük bir çocuk dünyayı kendi etrafında dönen bir yer olarak algılar ve her istediğinin hemen gerçekleşmesini bekler. Ancak büyüdükçe hayatın gerçekleriyle yüzleşir; dünya sadece ondan ibaret değildir, otobüsteki tek yolcu o değildir, başka insanlar da vardır. Bu gerçeği öğrenmek zaman alır ve olgunlaşma sürecinin bir parçasıdır. Ancak bazı aileler çocuklarını evin lideri gibi yetiştirir ve çocuk her şeyi sadece kendi etrafında dönen bir düzen olarak algılamaya devam eder. Küçükken oyuncak araba isteyen çocuk, büyüdükçe gerçek arabalar istemeye başlar ve tatmin olma eşiği yükselir. Dijital çağın en büyük risklerinden biri, bu kolay erişilebilirliğin ve bolluğun, haz yönetimini başaramayan bir nesil yaratmış olmasıdır.”
Acelecilik ve sabırsızlık günümüzde oldukça yaygınlaştı
Acelecilik ve sabırsızlığın günümüzde oldukça yaygınlaştığını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Saygı ve utanma duyguları zayıfladı. İnsanlar giderek daha ben merkezci hale geliyor ve dünyayı sadece kendi çıkarları etrafında dönen bir yer olarak görüyor. Psikolojik olgunlaşmanın en önemli göstergesi, kişinin egosunu terbiye edebilmesidir. Kişi, kendi kişilik sınırları ile başkalarının sınırlarını ayırt edebilmelidir. Bu becerinin eksikliği, psikolojik olgunlaşmayı ve sağlamlığı olumsuz etkiliyor ve kişiyi hastalıklara karşı kırılgan hale getiriyor. Aynı zamanda bireyi yalnızlaştırıyor.” dedi.
‘Sana iyi gelmiyorsa at gitsin’ yaklaşımı yanlış!
Bu çağın en büyük sorunlarından birinin yalnızlık olduğunu ve bunun arka planında ben merkezcilik, yani narsistik kişilik özelliklerinin yer aldığını ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Dünya benim istediğim gibi olmalı” düşüncesinin, ilişkilerde derin sorunlar oluşturduğunu söyledi.
Sosyal medyada sıkça görülen “Sana iyi gelmiyorsa, at gitsin” gibi paylaşımların aslında problem çözme yeteneğini körelttiğini dile getiren Pro. Dr. Tarhan, “Bu yaklaşım evliliklerde de görülüyor; sorun yaşanıyorsa hemen boşanma yoluna gidiliyor, hatta yeni kuşaklar evlenmekten korkar hale geldi. Halbuki insanın zorluklarla başa çıkma becerisini geliştirmesi gerekiyor. Kolaycılık ve konfor arayışı yaygınlaştı. Sonuç olarak, evlilikler azalıyor, evlen-boşan döngüsü yaygınlaşıyor ve evlilik kurumu değer kaybediyor. Dünyada sosyal bir çürüme yaşanıyor, değer erozyonu hızlanıyor. Bunun temelinde ben merkezcilik ve çıkarcılık var. Empati eksikliği ise bu sorunun merkezinde yer alıyor. Empati, başkalarının sınırlarını anlayabilmektir; aşırı fedakârlık yapmak anlamına gelmez, ancak başkalarının duygularını ve sınırlarını anlamak gerekir. Empati yoksunluğu kötülüğün temel nedenlerinden biridir.” şeklinde konuştu.
Bazı kişiler, modemini alan annesine ya da babasına bıçak çekebiliyor
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, teknoloji bağımlılığı ve dijital bağımlılığın, madde bağımlılığındaki ölçütlerle benzerlik gösterdiğini kaydederek, şöyle devam etti:
“Aynı ölçütleri dijital bağımlılığa, ekran maruziyetine uyguladığımızda, örneğin aşırı zihinsel meşguliyet, başarısız bırakma girişimleri gibi belirtiler görüyoruz. Kişi, kötü sonuçlarını fark etmesine rağmen bu davranışına devam ediyor. Tehlikeli kullanım örnekleri arasında uykusuz kalmak, araba kullanırken telefonla meşgul olmak gibi davranışlar yer alıyor. Ayrıca ekonomik olarak zorluk yaşadığı ya da para kaybettiği halde kişi bağımlı olduğu davranışına devam edebiliyor. Tehlikeli kullanım ve zararlı kullanım kavramları bu noktada devreye giriyor. Tehlikeli kullanımda, sosyal sonuçlar ortaya çıkıyor. Zararlı kullanımda ise kişi, sağlık sorunları yaşamasına rağmen zararlı davranışını sürdürüyor. Örneğin, mide ya da akciğer rahatsızlığı olan birinin sigara içmeye devam etmesi gibi. Dijital bağımlılıkta da benzer bir durum söz konusu. Kişi okula gitmiyor, geleceğini mahvediyor, aile ilişkileri bozuluyor ama buna rağmen kullanıma devam ediyor. Öyle ki bazı kişiler, modemini alan annesine ya da babasına bıçak çekebiliyor. Bir vakada, kişi odasında zaman kaybetmemek için idrarını pet şişeye yapıyordu. Yani, bağımlılığı o derece ileri gitmişti.”
Beyin, dopamin olarak bilinen haz hormonuna doymuyor…
Bu durumda kişinin, günlük işlevlerini yerine getirememeye başladığını belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İşe gitmiyor, geç gidiyor, gündüz vakti oyun oynuyor, iş ya da okul hayatında başarısız oluyor. Ekran maruziyeti, tıpkı madde bağımlılığında olduğu gibi beynin ödül sistemini bozuyor ve benzer sonuçlara yol açıyor. Beyin, dopamin olarak bilinen haz hormonuna doymuyor… Bazen bu bağımlılık kumar oynama, bazen dijital oyunlar, bazen de diğer dijital içerikler şeklinde kendini gösteriyor. Örneğin, bir anne ya da baba evde çocukla ilgilenmiyor, sürekli ‘İşim var, meşgulüm’ diyerek çocuğu duygusal ihmale uğratıyor. Küçük çocuklara da sıkça telefon ya da tablet veriliyor ve bu çocuklar üç, dört yaşına geldiklerinde hâlâ konuşamıyor oluyorlar. Gecikmiş konuşma problemi yaşayan bu çocukların beyinlerinde sözcük üretme alanları gelişmemiş oluyor. Eğer bu sorun dört yaşını geçerse, çocuk için sözcük üretmeyi öğrenmek çok zor hale geliyor. Bu durum “öğrenilmiş otizm” olarak adlandırılıyor. Bu çocuklar otizm benzeri davranışlar sergiliyorlar; akademik becerileri iyi olmasına rağmen sosyal ve duygusal becerileri zayıf kalıyor. Sohbet edemiyor, sosyal ortamlarda gülemiyor, yalnızlaşıyorlar. Tüm bunlar bağımlılığın belirtileri arasında sayılıyor.” şeklinde konuştu.
Dijital bağımlılıkla ilgili belli ölçütler var
Dijital bağımlılıkla ilgili de belli ölçütlerin var olduğunu dile getiren Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Mahrum kaldığında kişi krize giriyor. Biz 2017’de ‘Fomo’ (Fear of Missing Out) diye bir ölçüt geliştirdik ve yayınladık. Bu ölçüt, kişinin bir şeyleri kaçırma korkusunu ifade ediyor. İnternete bağlanamadığında sinirlenme, tartışma ve kavga etme gibi davranışlar sergiliyor. Gittiği yerde internet yoksa büyük bir stres yaşıyor.” dedi.
Evde güvenli bir ortam varsa bağımlılık riski azalıyor
Oyunların daha çekici hale geldiğini, çünkü oyunlarda hazır ödüllerin var olduğunu, bunun da kişiyi çok ciddi şekilde motive etiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Dolayısıyla kişi, oyun oynarken başka insanlar tarafından engellendiğinde kavga etmeye başlıyor. Eğer kişi fanatik bir şekilde oynuyorsa, bu onu şiddete de yönlendirebilir. Fanatizm de bir tür bağımlılıktır. Örneğin, futbol fanatiği olan biri, kendisini futbol için feda edebilir. Bu tür durumlar, oyun bağımlılığı ile benzerlik gösterir. Selfie çekerken uçurumdan düşen insanları görüyoruz, bunlar da tehlikeli kullanım örnekleridir. Bu tür riskli davranışlar toplumda belli bir oranda olduğunda çok önemli görünmeyebilir, çünkü her zaman riskli kişiler vardır. Ancak en çok gördüğümüz durum, aile bağları zayıfsa ve evde güvenli, kurallı bir ortam yoksa, çocukların daha kolay bağımlı olmalarıdır. Eğer evde güvenli bir ortam varsa, anne-baba ilişkileri sağlıklıysa ve çocuklar psikolojik ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa, bu bağımlılık riski azalır.” dedi.
İnsanın psikolojik ihtiyaçları da var
İnsanın nasıl yiyecek, içecek, protein, karbonhidrat, yeşillik gibi ihtiyaçları varsa, psikolojik ihtiyaçlarının da olduğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, şunları kaydetti:
“Anne babalar, çocuklarının fiziksel ihtiyaçlarına özen gösterirken, psikolojik ihtiyaçlarını aynı özenle karşılamıyor ya da yanlış yönlendiriyor olabilirler. İnsanın ilgiye, duygusal paylaşıma ihtiyacı var. Anne baba olmak, sadece çocuğu mutlu etmek değildir. Çocuğu hayata hazırlamak, ona zorluklarla başa çıkmayı öğretmek demektir. Örneğin, bizim kültürümüzde sık yapılan hatalardan biri, çocuk yürümeye başladığında ve koltuğa çıkmak istediğinde hemen onu alıp koltuğa çıkarırız, aman düşmesin diye. Çocuk amacına ulaşır ama kendi çabasıyla başaramadığı için özgüven duygusu gelişmez. Oysa gelişmiş ülkelerde, örneğin Japonya’da, çocuk bırakılır, çıkmaya çalışır. Düşer, kalkar, tekrar dener.”
Heyecan arayışı dijital dünyaya bağımlı hale getiriyor…
Bağımlılıkla baş etme konusunda, ilk adımın genellikle bir detoks süreci olduğunu ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Nasıl madde bağımlılığında detoks yapılırsa, dijital bağımlılıkta da detoks uygulanıyor. Örneğin, Japonya’da çocukları üç aylığına doğa kamplarına götürerek dijital cihazlardan uzaklaştırıyorlar, onları izole ediyorlar. UNESCO da bu konuda bir karar aldı ve Türkiye bu karara uydu. Bu yıl Milli Eğitim Bakanlığı da destekleyerek okullarda cep telefonlarının kullanımını yasakladı. Artık okullarda cep telefonları derslerde kullanılmayacak çünkü bu durum küresel bir tehlike haline gelmiş durumda. Dijital cihazları tamamen yasaklamak kolay değil, çünkü bu cihazlar sürekli elimizde. Ancak önemli olan, bu cihazları akıllıca kullanmayı öğretmek. Bağımlılık aslında bir sonuçtur; arkasında yatan sebepleri bulmamız gerekir. Çoğu durumda gizli depresyon söz konusudur. Kişi mutsuz olduğu için, stresini azaltma tekniği olarak dijital bağımlılığa yönelir. Hatta bazı insanlar heyecan arayışı nedeniyle dijital dünyaya bağımlı hale gelir. Mutlu olmayan biri, bu araçları mutluluk aracı olarak görür. Eğer kişi mutlu olmayı öğrenirse ve beyninde dopamin üretimini dengeli bir şekilde yönetmeyi başarabilirse, bağımlılıktan kurtulabilir.” diye konuştu.
Günlük hayatımızda beynimizdeki kimyayı yönetiyoruz
Beynimizde dopamin, serotonin gibi kimyasalları yönettiğimizi anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Günlük hayatımızda beynimizdeki kimyayı yönetiyoruz; buna ‘nöroyönetim’ deniyor. Örneğin, sınava çalışırken ‘Başaracağım!’ diyerek, beynine dopamin salgılatıyorsun. Bu dopamin salgılama beklentisi, yani ödül beklentisi, beyne bir ödül kazandırıyor. Ödüle ulaşıldığında dopamin salgısı azalır ve beyin yeni bir ödül arar. Ödülü erteleyip hedefe ulaşınca, bu süreçte beynin dopamini yavaş yavaş salgılamaya devam eder. Döngüyü kırmak gerekiyor. Kısır bir döngü var. O döngü bir yerden kırılırsa düzelebilir. Düzelmeyecek bir şey değildir. Altı ay başaran arkasını getiriyor çoğu zaman.” şeklinde sözlerini tamamladı.