İleri doğru gideceğimize geri gidiyoruz, Türkiye her alanda hızla itibar kaybediyor, tüm klasmanlarda küme düşüyor…
Uluslararası bütün raporların sonuçları bize bu gerçeği gösteriyor. Neredeyse tüm raporlarda yerimiz en son sıralarda: Akademik “Özgürlük Endeksi Raporu”na göre Türkiye, 144 ülke arasında 135., “Freedom House’un raporunun” özgürlük sıralamasına göre 195 ülke arasında 146., Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksinde 145 ülke arasında 131. sıradayız. Uluslararası Gazeteciler Federasyonu’nuna göre de en az 67 tutuklu gazetecisi ile dünyanın en büyük “Gazeteci Cezaevi”ne sahibiz. Dünya Sefalet Endeksi’nde de yerimiz en son sıralarda…
Bu çıplak gerçekliğe rağmen iktidar her seferinde suçu “bizi kıskanan dış mihraklara” fatura ederek, değişmemek sanki marifetmiş gibi değişmemekte ısrar ediyor…
17 Mart 1994’de meclisten zorla çıkartıp tutuklanan, yıllarca cezaevlerinde tutulan DEP milletvekillerine yapılanı, 27 yıl sonra bu kez AKP-MHP bloku tekrarlıyor. Tarihler değişiyor, zihniyet hep aynı kalıyor. Türkiye’de “devlet aklı” tarihten öğrenmediği gibi, bu öğrenmeme haline iktidara gelen partiler üzerinden de her alanda hakim kılmaya çalışıyor…
Sorunu çözmek yerine, toplumu gererek, demokrasiye darbe vurarak, bilerek ve isteyerek sorunu kangren haline getiriyor. Bunu yaparken yasaları da, hukuku da kendi istediği gibi yorumluyor…
Oysa devletler hukuk üzerinden meşruiyet kazanırlar, demokrasi de farklı eğilimleri, ideolojik yaklaşımları ve tabi ki bu bakışlara uygun çözüm önerilerinin tartışıldığı sistemin adıdır. “Azınlığın” haklarını korur…
Sabah akşam “millet iradesi” dedikten sonra 6 milyon oy almış bir partiyi kapatmak isteyeceksin, milletvekilleri hakkında yüzlerce fezleke hazırlayacaksın, üstelik, 27 yıl önce kapattığın partinin adım adım her seçimde biraz daha güçlenerek çıktığını ve ülkenin en büyük üçüncü partisi haline dönüştüğünü görerek bunu yapacaksın?
Akıl alır gibi değil ama gerçek bu!
Çok açık ki, HDP’yi kapatma hamlesi, HDP seçmenine yasal zemini kapatmakla sınırlı bir hamle değil aynı zamanda bu hamle demokratik siyasetin önünü kapatmak, seçmenin bir bölümünü o hep şikayet edilen teröre doğru itmek, çözümü değil çözümsüzlüğü dayatmak anlamına da geliyor…
İktidar, kurgusunu rızalık değil dayatma ve zorla kabul ettirme üzerine kurduğu için parti kapatarak, milletvekilinin milletvekilliğini düşürerek, seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp kayyum atayarak, kayyum atayamadığı İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerde de belediye başkanlarının yetkilerini “yasayla sınırlayarak”, başarılı olacağını sanıyor, ancak yanılıyor…
Pandemi koşullarıyla da bütünleşen ve derinleşen ekonomik kriz, bir sistem krizine dönüşmüş durumda. Bütün öngörüleri çöken ve panikleyen AKP-MHP bloku bu yüzden yanlış üzerine yanlış yapıyor…
Panik hali haksız, hukuksuz, vicdansız uygulamaları derinleştiriyor ve siyasi tercihi ne olursa olsun seçmende büyük öfkelerin birikmesine neden oluyor. Nitekim bunun ilk örneğini 23 Haziran 2019’da İstanbul’da yaşayarak gördük. 31 Mart’ta 13 bin 700 oyla seçimi kazanan Ekrem İmamoğlu “zorla” iptal ettirilen ilk seçimden 50 gün sonra ikinci seçimi 806 bin oyla seçimi kazandı!
İktidarın kural tanımayan yasakçı, baskıcı, keyfi ve kutuplaşmayı derinleştiren, nefreti körükleyen son hamleleri tepki ve öfke biriktiriyor. Biriken bu tepkilerin ilk seçimde sandığa doğrudan yansıması ve yeni bir dönemi başlatacak sonucun sandıktan çıkması sürpriz olmaz!
17 Mart 2021, İstanbul
Necdet Saraç