O AKŞAMI UNUTAMAM, SABAHA KADAR UYUYAMAMIŞTIM
Biz hayatımızın çocukluk ve gençlik bölümünü kısmen dede ile büyük ölçüde babasız geçirdik. İlkokul dördüncü sınıfta okurken babam Almanya’ya işçi olarak çalışmaya gitmişti. Almanya’ya işçi olarak gitme davetiyesinin eve geldiği akşamı dün gibi çok iyi hatırlıyorum. Çok garip duygular yaşamıştık. Biraz sevinç biraz burukluk hayatımızın yeni bir döneminin başlangıç akşamı olmuştu. Hasret ve çile yılları başlamış her şeye rağmen sevinç endişeye rağmen şanslı aile sayılırdık. İlk iki yıl babam izne gelmemişti. Orta ikinci sınıfa geçmiştim ve babam işte o günlerde izne gelmişti. O akşamı hiç unutamam sabaha kadar sevinçten uyumamıştım. Babamın yokluğunda aile düzeni dedem üzerinden yürüyordu. Köyde hayvancılık, bahçe bostan uğraşı geleneksel olarak kesintisiz sürüyordu. Dedemin direktif eğitim ve inisiyatifi ile gece demeden gündüz demeden koşturuyorduk. Buğday harmanı yapmaya heveslendim. Dağların sırtlarındaki düzlüklerdeki tarlalara buğday ekmiştik. O yaz harmanda buğday elde etmek için gem sürecek, buğday başağından saman ve buğday elde edecektik. Ekmesi, hasadı zor bir işti. Bizde daha da zordu. Çünkü 2000 rakımlı tepelerde buğday ekiyorduk. Dedem dağlarda annemin bin bir güçlükle biçtiği buğdayları kemle muntazam bağlar biz de eşekle zirvelere buğday sapı taşıma yolculuğuna çıkardık. Taşıma işinin çok dikkatli yapılması gerekirdi zira buğday başakları kırılırsa buğday elde etmek çok zordu. Bayır Kale deresi, Hama’da tarlada eşeği yüklemek yetenek maharet ve cesaret isterdi. Çocuktuk önce eşeğin başını bir ağaca çalıya kıstırır elimizdeki çatal uzun sopayı eşeğin bir tarafına bağladığımız buğdaya dayar, hemen diğer tarafı yükler ipleri sıkıca bağlar eşeğin yükünün dengesini sağlardık. Yükleme bitince köye Uzun Sakal Ağartan mevkiinden inerdik. Sapları hayvanın sırtından harmana indirir tekrar dağa geri dönerdik.
HAM DEMİRE VERİLEN SU GİBİ HAYATA HAZIRLANAN ÇİLEKEŞ ÇELİKLERDİK
Bu uğraş günlerce sürer sonunda harmana tüm sapları doldurur, öküzlerin ardına bağlanan gemlerle günlerce “Ho babam ho!” saman elde etmeye çalışırdık. Üretilen saman yığınını harman makinesi ile gece sapla samanı buğdayı ayırt ederdik. Samanı, buğdayı ayırır ambarlara buğdayı mereğe saman taşırdık. Daha sonra bu buğday Hocagilin veya Tatarların değirmeninde ekmeklik un olur bir kısmından ise bulgur ve yarma elde ederdik. Çok kaliteli buğday olurdu. Mahalle fırınında yapılan ekmek kokusu köyü sarardı. Herkes o ekmekten nasibini alırdı zaten. Tarlada keklik kuş nasiplenir buğday ekilmeyince nasibi kesilen kekliklerde köyü terk etti. Buğday taşıyan eşek at katır hepsi sırayla göç etti viran oldu güzelim köyler. İşte o gün ambara giren buğday ununa Halil İbrahim bereketi çökerdi. Çünkü hak, hukuk, komşuluk inançta törede yazdığı gibi hayatta vardı. İşte buğdayın kalan kısmın bereketi hiç bitmezdi. Buğday unu evde ambarlarda saklanırdı çünkü çok çetin kış hüküm sürerdi. Toprak bacaların karlı sokakların ulaşımını bitirirdi. İşte biz tahıl tarımını yapan son kuşaktık. Aşağı Yitirmez, Yukarı Yitirmez, Büyük Düz, Çukurlar köyün her tarafındaki tarlalardan sap taşırdık. Bu çileye rağmen ne hayvanların otunu samanını nede evin buğday ihtiyacını nede tereyağı, peynir, et ihtiyacını karşılayamazdık. Et için çoğu kez kaza geçiren yada ölmek üzere olan hayvanların etleri helal bir şekilde kesilmesini ve evlere zorunlu satışını beklerdik. Çoğu kez de bayramdan bayrama et yerdik. “Havası, suyu, kayası, rüzgarı sert ekmeğini taştan çıkarma” sözü herhalde bu yöre için söylenmişti. Güz gelince okul için şehre yolculuk başlardı. Ortaokul ve lise yılları, hasret, çile meşakkat yılları olmuştur. Köyde anne ve kardeşlerimizden aile ve köyümüzden babasız ayrı yaşamak çok zordu.
GURBET YOLU GÖZLEYEN CEFAKAR, VEFAKAR NESİLDİK
Babasız yaşamak zordu. Mektuplarla halleşir, hasbihal eder konuşurduk. Babamızla biz babaların yolunu gözleyen büyüyüp küçülen kaderin üzerimize yüklediği küçük baba adayları olmuştuk. Ham demire verilen su gibi hayata hazırlanan çilekeş çeliklerdik. Mektuplarla teselli bulan gurbet yolu gözleyen cefakar vefakar nesildik. Evlenmeden baba sorumluluğu yüklenen daha önceki savaşların kavurduğu öksüz yetim bıraktığı kuşaklara göre daha şanslıydık. Hayat yolunda erken bedel ödemek bu bizden öncekiler için çok daha ağırdı. Biz düne göre biraz daha rahat ve kolay olsa da açlık sefalet fakirlik çaresizlik herkesin belini büküyordu. Aslında Gümüşhane’de baba olmak kalaycılıktan sanayiciliğe, taş ustalığından müteahhitliğe uzanan doğal hayat serüvenidir. Hayat sürecinde her yerde olduğu gibi aile bireyleri, kardeşler, anne, dede, nene herkes sorumluluğa ortak ama Gümüşhane’de baba olmak ateşten gömlek giymekti. Bedel ödemekte sınır tanımayan sadece aile için değil akraba, komşu, millet sorumluluğu sınırsız askerlik ötesi hayatın ebedi neferi olmaktı. Bize imkan nimet fırsat bırakan, fedakar babalar, anneler, dedeler ve neneler ve tüm aile kahramanları önünde saygı ile eğiliyor, saygı minnet ve ölenleri rahmetle anıyoruz. Ülkenin her yerinde olduğu gibi aile kültürümüzde abi olmak, baba, abla olmak, anne misyonuna erken hizmet ve o misyona soyunmaktır. Gümüşhane’de bu görev çocuk yaşta başlar. Aslında en büyük savunma aile ile değerlerin korunması yüceltilmesi ebedileşmesi nesilden nesile bayrak, sancak gibi aktarılmasıdır. Aile yıkılırsa milletler ülkeler ancak o zaman dağılır. Selam olsun tüm kahraman babalara, babama ve tüm geçmişlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.
Sabri ŞENEL