Kamuoyuna yansıyan iddialar arasında AKP’nin amacının bu iki kritik şehri almaktan ziyade belediyelerdeki dosyaları temizleme düşüncesinde olduğu da belirtilirken, Ekrem İmamoğlu da söz konusu iddiayı gündeme getirerek belediyelerde dosya kaçırıldığına dair uyumlar aldığını belirtmişti.
Yaşanan süreci kişisel bloğunda değerlendiren Gazeteci Murat Yetkin de daha önce AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından görevlerinden tasfiye edilen Kadir Topbaş ve Melih Gökçek ile ilgili iddiaları hatırlatarak, ”CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da, Mansur Yavaş’ın da Ankara’da galip gelmesinden AK Parti yönetiminin duyduğu rahatsızlıkta sadece engin belediye imkânlarından olmak değil, aynı zamanda, kaybolduğu sanılan bu dosyaların bir yerlerden su yüzüne çıkma ihtimalinin bulunması, hatta Fethullahçılarla kurulan ilişkilerin ortaya dökülmesi ihtimali de pay sahibi midir? Neden olmasın?” ifadelerini kullandı.
Murat Yetkin’in ‘Sahi Erdoğan, Kadir Topbaş ile Melih Gökçek’i neden görevden almıştı?’ başlıklı söz konusu yazısı şöyle:
Bu yazının yazıldığı sırada AK Parti’nin İstanbul Belediye Başkanlığı yarışını Binali Yıldırım’ın önünde bitiren CHP’li Ekrem İmamoğlu’na itiraz atağı devam ediyordu. İtiraz hakkının, iktidardaki parti tarafından bir psikolojik harekât silahı olarak böylesine kullanılmasına herhalde dünya siyasi tarihinde ilk kez tanık olunuyor.
Tartışmaların perde gerisinde, İstanbul Belediyesi velev ki –İmamoğlu’nunkinden daha az farkla- yeniden saydıra saydıra alınamasa bile, belediye dosyalarının kitaba uydurulması için biraz daha zaman kazanılması çabasının da rol oynadığı iddiaları, henüz tamamıyla hükümet kontrolünde olmayan internet medyası gündeminde yer tutuyor.
Peki, ne var acaba o dosyalarda?
Şeffaf bir ortamda olmadığımız için tam olarak bilemiyoruz. Ancak AK Parti’nin Ankara’yı ve İstanbul’u kaybetmeye başlamasında Ankara ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanlarının istifaya zorlanmasının payını görmezden gelmek mümkün değil.
Kadir Topbaş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından 23 Eylül 2017’de istifa etti. Melih Gökçek de Ankara Belediye Başkanlığından 26 Ekim 2017’de.
İkisinin ismi de bir süredir AK Parti kulislerinde ve yandaş medyada Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın istifasını istediği altı belediye başkanı arasındaydı. Yandaş medya kalemlerine bakacak olursanız, istifa taleplerinin arkasında başkanların yasa dışı Fethullah Gülen örgütlenmesi ile ilişkileri vardı. Örneğin Topbaş’ın damadı Ömer Faruk Kavurmacı, “FETÖ soruşturması” nedeniyle, bir süre de kaçak kaldıktan sonra, tutuklanmış bir isimdi. Gökçek ise, dönemin AK Parti hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tarafından Ankara’yı “parsel parsel” Cemaate satmakla suçlamıştı. Arınç, Gökçek’in derdinin, kendisini suçlayarak oğlu Ahmet Gökçek’i milletvekili yapmak olduğunu da iddia ediyordu.
Gerçi 2018 seçimlerinde Meclis’e Bülent Arınç’ın oğlu Mücahit Arınç AK Parti İstanbul Milletvekili olarak girdi. Arınç döneminde TüBİTAK, TRT gibi kilit konumdaki yerlere getirilen bazı isimler FETÖ davalarında yargılanıyor ama şimdi konumuz o değil.
Gökçek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebi üzerine istifa etmek zorunda kaldığını “Emir demiri keser” sözleriyle ilan etti. İstifa ettiği sırada, aynı zamanda Dünya Belediyeler Birliği Başkanı sıfatını da taşıyan Topbaş ise o konulara hiç girmedi.
Ancak AK Parti İstanbul için nabız yoklamaya başladığında siyasi kulislere adeta bir bomba düşmüştü: AK Parti teşkilatı yine Topbaş’ı başkan görmek istiyordu. İddialara göre Binali Yıldırım ve Numan Kurtulmuş isimleri Topbaş’ın arkasındaydı. Ancak o sırada Yıldırım, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin erken seçim talebiyle Başbakanlıktan daha yeni (kendi deyimiyle) “erken emekli” edilmişti ve Meclis Başkanlığını bırakıp bırakmayacağı belli değildi. O nedenle yandaş medyaya Kurtulmuş’un ismi sızdırıldı. Ancak Erdoğan’ın Yıldırım ile yaptığı birkaç görüşe sonrasında Yıldırım, Meclis Başkanlığından da “erken emekli edilerek” İstanbul Büyükşehir Başkan Adayı ilan edildi.
Yıldırım’ın, İmamoğlu’nu hafife alarak hayli geç başladığı seçim kampanyasındaki vaatleri arasında, İstanbulluların son dönemde özellikle –en iyi bildiği konu olan- ulaştırma alanındaki şikâyetleri düzeltmek de vardı. Bunlar arasında örneğin deniz otobüslerinin taşerona verilerek Bostancı-Kabataş, Bostancı-Bakırköy gibi her gün yüz binlerce çalışanı kişiyi taşıyan deniz hatlarının kesilmesi, işlev, estetik ve maliyet bakımından tartışmalara yol açan Kabataş’taki “Martı” projesinin, keza Boğaz altından Beşiktaş-Üsküdar yaya yolu ve üstünden Etiler-Altunizade teleferik hattı projeleri de vardı. Kayyum-Başkan Mevlüt Uysal tarafından iptal edilen bu ve benzeri projelerin tamamı 2004’ten bu yana İstanbul’u yöneten Topbaş’a ait projelerdi.
Peki, bu iptal edilen projelere yapılıp çöpe giden yatırım konusunda bir yasal soruşturma açıldı mı? Hayır.
Ya Ankara? Kayyum-Başkan Mustafa Tuna, Gökçek’in projelerinin neredeyse tamamını iptal etti. Hatta Belediye’de bazı personel tasfiyelerine de gitti. Peki, o iptal edilen projeler ve harcamaları konusunda yasal soruşturma açıldı mı? Hayır.
Peki, o dosyalar kayboldu mu? Kayıp edilebilir mi? Belki bir kısmı. Daha önce de söyledik, Bizans’tan devralıp Türk askeri geleneği ve İslam hukukuyla yoğurduğumuz bürokratik kültürümüzde hiçbir şey tamamen yok olmaz; belki bazıları bir süre başka yerlerde tutulur. Kaybetme çabası varsa da, büyük ölçüde nafiledir.
CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da, Mansur Yavaş’ın da Ankara’da galip gelmesinden AK Parti yönetiminin duyduğu rahatsızlıkta sadece engin belediye imkânlarından olmak değil, aynı zamanda, kaybolduğu sanılan bu dosyaların bir yerlerden su yüzüne çıkma ihtimalinin bulunması, hatta Fethullahçılarla kurulan ilişkilerin ortaya dökülmesi ihtimali de pay sahibi midir? Neden olmasın?
Hazır İstanbul ve Ankara tartışılıyorken, hafızlarımızı biraz tazelemek istedim, o kadar.