Kaouther Adimi, ‘Cebimdeki Taşlar’da Paris’te yaşayan Cezayirli bir kadının iki dünya arasına sıkışmışlığını ironik bir dille anlatmış. Kimi zaman geçmişe duyulan özlemin ve hüznün, kimi zaman ince bir mizahın sürüklediği roman, kimlik ve özgürlük arayışına açılan minör bir anlatı.
AHA.1986 yılında Cezayir’de doğan Kaouther Adimi, çocukluk yıllarını Fransa’nın Grenoble kentinde geçirdi. 1996’da Cezayir’e döndüklerinde iç savaşın şiddetine, acılarına tanık olan Adimi, kendi hikâyelerini yazmaya başladı. Cezayir Üniversitesi’nde modern edebiyat okurken Fransız Enstitüsü tarafından genç yazarlar için düzenlenen bir hikâye yarışmasına katıldı. Gönderdiği kısa öykü jürinin dikkatini çekti ve ödül seçkisinde yer aldı. Bu yarışma sayesinde, önce Muret’e, sonra Toulouse’a ve nihayet Paris’e davet edildi. 2009’da ilk romanı ‘L’envers des autres’i yazdı. Aynı yıl Cezayir’den ayrılarak Paris’e yerleşti. İkinci romanı ‘Cebimdeki Taşlar’, 2015’te yayımlandı. 2017’de çıkan ‘Zenginliklerimiz’le çok sayıda ödüle değer bulunan ve kendisini edebiyat dünyasına kabul ettiren Adimi, hayatını Paris’te sürdürüyor.
30 YAŞ SANCILARI
“Gideceğimi haber vererek, erkeklerin eleştirilerine, kadınların dedikodularına katlanmak gerekiyordu. Bir akşam, geç saatte, namuslu insanlar yemeklerini yerken yola çıktım…” İşte böyle terk etmiş Cezayir’i kahramanımız. Paris’te, çocuk dergileri yayımlayan bir yayınevinde görsel grafik sorumlusu olarak çalışıyor. İşinde başarılı. Ayda 1000 Euro ödediği küçük dairesinde yalnız yaşıyor. Sorunu -annesi tarafından sıklıkla ‘yüzüne vurulan’- yalnızlığında. Bıktırıcı telefon konuşmalarında sürekli evlenmesini öğütleyen annesi, son konuşmalarında küçük kız kardeşinin yakında evleneceğini, bir tek onun koca bulamadığını söylüyor.
30’una bile girmemiş genç kadın, bir anda altüst olacak ve hayatının muhasebesini yapmaya koyulacaktır. Geçmişten gelen ve bugünle birleşen sorular varoluşsal bir boyut kazanmıştır; “Yalnızlığım bedenimi kemiriyor. (…) Bana her gün, tek başıma kalacağımı, tek başıma öleceğimi, bu dünyanın sadece çiftler için olduğunu, benim gibi kadınlara yer olmadığını tekrarlayıp duruyorlar.”
İÇERİYE YOLCULUK
Kardeşinin düğünü için Cezayir’e gitmesine bir ay kala ruhunu karartan bu düşüncelerin üstesinden gelmek, kendisi hakkında konuşanları susturmak ya da kendisinden beklentileri karşılamak için bir koca adayı bulmayı bile göze alır. Ama gerçekten mesele başkaları mıdır yoksa derinlerde yatan daha güçlü arzular mı? “Tek başına ölmek… Fırtınanın şemsiyenizi kırdığı akşam, yanınızda kimse yok. Doğa size karşı olduğunda, sıcak bir çay uzatan tek bir el bile yok. Sizinle ağlayacak bir erkek yok, öyle ya bazen sadece buna ihtiyaç duyarız: biriyle ağlamaya. Ve beden de yavaştan yaşlanıyor. Eskisi gibi eğilemediğini görünce şaşırıyor insan…”
Bir şeyler olacak diye beklemeyin. 140 sayfalık hikâyenin tamamı içmonolog olarak tasarlanmış. Anlatıcının Cezayir’e yolculuğu aslında kendi içinde yaptığı bir yolculuk. Gerek içerik gerek biçim açısından Virginia Woolf’tan esinlenen Kaouther Adimi, romanın ismini de cebine doldurduğu taşlarla nehre atlayarak intihar eden Virginia Woolf’a saygısını göstermek için koymuş. Ne var ki o taşlar aynı zamanda kadınların özgürlüğünü engelleyen bütün ağırlıkları temsil ediyor.
‘Cebimdeki Taşlar’ gündelik hayatın işleyişine dair anılarla kaleme alınmış genç ve bekâr bir kadının günlüğü… ‘Brigitte Jones’un Günlüğü’ tarzındaki romantik-komedilerden farklı olarak kadının ‘esas oğlan’ı ve ‘mutluluğu’ bulmasıyla ilgilenmiyor elbette, bu hikâyenin ilgisi başka yerlerde. İki şehir, iki kültür, iki dünya arasındaki parçalanışta… Bir yanda sevdikleri ve anıları, diğer yanda özgürlüğü. Birini diğerine tercih etmenin, hiçbir yere ait olamamanın tedirginliği.
Anlatıcının zihnini tetikleyenin annesinin telefonları, özellikle de kardeşinin evleneceği haberini verdiği son görüşmeleriydi. Geleneğin baskısını bir kez daha çakıl taşına dönüştüren bu görüşmeler, öncelikle kadınlık durumunu tartışmaya açacaktır. Genç kadın evliliği, yetiştiği kültür ile yerleştiği kültür arasındaki taban tabana zıt hayatı, Cezayir’de kadın olmanın zorluklarını düşünmeye başladığında düşünceler farklı alanlara, kişisel bir yolculuğun arka planındaki toplumsal tarihe kadar yayılır. Cezayir’deki iç savaş yılları, savaşın travması da eklenir ‘cebindeki taşlar’ın arasına…
Zihin çağrışımlarla oradan oraya savrulmaya başlayıp varoluşsal meseleler yüzeye çıktığında konu ister istemez kültür mukayesesine varacak, anlatıcı Cezayir’i düşündüğünde Paris’i, Paris’i düşündüğünde Cezayir’i hatırlamaktan kendini alıkoyamayacaktır. İşte bu noktada Kaouther Adimi’nin keskin gözlemleri giriyor devreye. Adimi, Parisli orta sınıfların ve kadınların özgürlüğünün göreceli olduğunun da farkında.
İçmonolog biçiminde kurgulanmış, farklı sesleri dolaylı olarak dillendiren ve hikâyesi olmayan bir romanı sürükleyici kılmak kolay değildir. Ancak dili ve kurguyu çok iyi kullanmış Adimi. Araya giren kısa bölümler, anne ile yapılan telefon konuşmaları, ülkeler ve zamanlar arasındaki sıçramalar, mizah ve ironi, abartısız ama yoğun duygular romanın akıp gitmesini sağlıyor.
‘Cebimdeki Taşlar’, farklı dünyalar ve yaşam tarzları arasında kendisine bir yer arayan genç bir kadının iç dünyasının -ağdalaşmayan- hikâyesi. Hüznü mizahla dengeleyen Adimi, okuyucunun acıma duygularıyla oynamaktan bilhassa imtina etmiş ve kendi hikâyesine başkalarını da kapsayacak bir genişlik kazandırmış…