HABERMAX.“Doğduğumda Türkiye dünyanın 18’inci büyük ekonomisiydi. Bugün 19’uncuyuz. İlkokula başladığımda kişi başına milli gelirimiz Güney Kore ile aynıydı. Bugün, onlar bizim dört katımız. Oğlum doğduğunda Polonya ile aynı kişi başına millî gelire sahiptik. Bugün oğlum liseye gidiyor, Polonya ise bizi ikiye katladı. Bugün ortanca vatandaşımız 33 yaşında. Bu süre zarfında internetten cep telefonuna, Google’dan Twitter’a, yapay zekadan blok zincire kadar hayatımızın her alanı değişti. Ülke olarak sanayi devrimini ıskaladık, bir imparatorluk kaybettik. Bugün bilgi devrimini yakalamak için ne yaptığımız meçhul. Dünya nüfusundaki payımız yüzde 1, ekonomisindeki payımız yüzde 1, ticaretindeki payımız yüzde 1. Eğri oturalım doğru konuşalım, ülkemiz bir ‘vasatistan’ haline gelmiş durumda. Buradan gelişmiş ülkeleri takip ederek çıkamayız. Bir kabiliyet sıçraması yapmaya mecburuz.”
Burak Dalgın, konuşmasına “Peki, bu durumdan çıkmak için hükümetten ümitvar olabilir miyiz?” sorusuyla devam etti:
“Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Bugün 2053 hedefleriyle karşımızda olan iktidarın 2023 hedefleri vardı. Yine bir kalkınma planı vesilesiyle ilan edilmişti. Hatırlayalım: 2 trilyon dolar millî gelir hedefleniyordu, bugün 1 trilyon dolara ulaşabildik. Kişi başına düşen millî gelir hedefi 25 bin dolardı, bugün 12 bin 500 dolardayız. Yani, hedeflerin ilan edildiği 2013’ün dahi gerisindeyiz! Size soruyorum: Kaybolan yıllar bu değilse ne? İşsizlik hedefi yüzde 5’ti, bugün yüzde 10. Daha önemlisi, 85 milyonluk ülkemizde sadece 31.5 milyon kişi çalışıyor. 26-27 milyon özel sektör çalışanı, 15 milyon emeklimizin ve 5 milyon kamu çalışanımızın maaşını ödüyor. Nüfusu bizimle aynı olan Almanya’da neredeyse bir buçuk katımız çalışan var. Enflasyon için belirlenen “düşük tek hane” hedefinin ise uzağından bile geçemedik. Merkez Bankası’nın enflasyon beklentisi yüzde 68. Vatandaşın enflasyonu yüzde 100’den fazla. Kusura bakmayın, bu performansa vasatlık demek bile iltifat olur!”
‘Ben isterdim ki, her hafta bir TCG Anadolu kadar faiz ödemeyelim’
Dalgın, konuşmasının devamında Türkiye’nin itibar kaybına, hükümetin ‘döviz bulma’ çabalarına 2024 bütçesindeki yüksek faiz ödemelerine değindi:
“’Biz hedef koyalım da olursa olur, olmazsa olmaz’ mantığıyla daha fazla devam edemeyiz. Bu anlayışın ülkemize kaybettirdiği itibarın bedelini ödüyoruz. Mesela, Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’in kaynak aramasıyla bedel ödüyoruz. Ben isterdim ki, Türkiye hiçbir ülkeyle birebir para alışverişine girmesin. Ben isterdim ki, Türkiye Polonya’dan, Brezilya’dan birkaç kat pahalı borçlanmasın. Ben isterdim ki Türkiye’nin odağı döviz bulmak değil, döviz kazanmak olsun.
Mesela vatandaşın alın terinden alınan vergilerimizi faize harcayarak bedel ödüyoruz. Bakın, dün (29 Ekim’i kastediyor) binlerce vatandaşımız gibi ben de donanmamızın geçişini sahilde gururla izledim. Amiral gemimiz TCG Anadolu’nun maliyeti 650 milyon Avro. Yani yaklaşık 20 milyar lira. 2024 bütçesine göre maalesef her ay 100 milyar lira faiz ödeyeceğiz. Her yıl değil her ay! Ben isterdim ki, her hafta bir TCG Anadolu kadar faiz ödemeyelim!
Biliyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Türkiye anonim şirket gibi yönetilmeli’ diye bir sözü var. Tüm profesyonel hayatını özel sektörde geçirmiş bir arkadaşınız olarak söylüyorum: Hedeften bu kadar şaşan bir yönetime hissedarlar hiç iyi gözle bakmaz.”
‘Gelin, planın öncelikleri ile sahadaki gerçekleri kıyaslayalım. Bu plan, slogandan öteye geçebilir mi karar verelim’
Burak Dalgın, devamında 12. Kalkınma Planını’nın beş önemli eksenini değerlendirdi:
“Planda beş önemli eksen belirlenmiş. Bunlara ben de katılıyorum. Ancak, bal demekle ağız tatlanmıyor. Gelin, planın öncelikleri ile sahadaki gerçekleri kıyaslayalım. Bu plan slogandan öteye geçebilir mi, karar verelim.
Birincisi; planda ‘istikrarlı büyüme ve güçlü ekonomi’ deniyor. Ülkemizde dolar kuru ve kamu borcu beş yılda beş kattan fazla arttı. Merkez Bankası faizi seçimden bu yana dörde katladı! Üç yıl önceki Orta Vadeli Plana göre bu yılın ortalama dolar kuru: 10 TL!
İkincisi; planda ‘yeşil ve dijital dönüşüm’ deniyor. Ülkemiz, internet hızında dünyada ilk 100’e bile giremiyor. İSO’nun bir araştırmasına göre şirketlerimiz, bırakın Sanayi 4.0’ı daha Sanayi 2.0 seviyesinde. Dijital dönüşüm nasıl olacak? Yeşili ranta kurban verirsek, yutak alanını arttıramazsak, Paris İklim Anlaşmasına verdiğimiz ulusal katkı beyanını sözleşmeye uyumlu şekilde revize etmezsek yeşil dönüşüm nasıl olacak?
Üçüncüsü; planda ‘nitelikli insan, güçlü aile, sağlıklı toplum’ deniyor. OECD’ye göre öğrencilerimizin yüzde 40’ı okuduğunu anlamıyor. İngilizce yetkinliğinde Avrupa sonuncusuyuz. Millî Eğitim Bakanlığı’nın senelerce milyarlarca lira ve yüzbinlerce ders saati ile öğretemediği İngilizce’yi, Youtube videoları ve yabancı filmler öğretiyor. Üniversite öğrencilerimiz büyük bir barınma krizinin içinde. Her gün yeni bir beyin göçü haberini eşimizden dostumuzdan duyuyor, sosyal medyada görüyoruz.
Dördüncüsü; planda ‘afetlere dirençli yaşam alanları’ deniyor. Şubat ayında yaşadığımız deprem felaketinden sonra İstanbul ve çevre illerin büyük risk altında olduğunu bir kez daha hatırladık. Üstelik bunu 1999 depreminden beri, en az 25 yıldır biliyoruz. Halbuki kentsel dönüşüme Bağdat Caddesi’nden başladık! Arkadaşlar, ekonomide vasatlığın bedeli fakirlik, inşaatta vasatlığın bedeli insan hayatıdır!
Son olarak, planda ‘adaleti esas alan demokratik iyi yönetişim’ deniyor. Slogandan öteye gidemeyen bu cümlenin ne kadar gerçekçi olduğunu anlamak için ülkemizin bu alanlardaki skorlarına bir bakalım. Demokrasi endekslerinde ilk 100’de değiliz. Hukukun üstünlüğünde ilk 100’de değiliz. Basın hürriyetinde ilk 150’de değiliz. İnternet hürriyetinde Zimbabwe ve Bangladeş’in gerisinde ‘özgür değil’ kategorisindeyiz.”
‘Bir planı temenniler manzumesinden ayıran şey, hedeflerin kim tarafından, hangi odakla ve nasıl gerçekleştirileceğini söylemesidir’
Dalgın, konuşmasını 12. Kalkınma Planı’nın kim tarafından, hangi odakla ve nasıl gerçekleştirileceği sorularına cevap vererek bitirdi:
“Kim sorusuna cevabım: hür teşebbüs. Adını koyalım: Bugün bir devlet kapitalizmi, hatta kendine özgü bir komünizm rejimi yaşıyoruz. Devletimiz bakkallık yapıyor. Devletimiz televizyon kanalları işletiyor. Devletimiz ihracatçının dövizini ne yapacağına karışıyor. Devletimiz banka kredilerinin yarısını veriyor. Devletimiz pek çok ürünün fiyatını doğrudan veya dolaylı olarak belirliyor. Açık söyleyeyim: Bugün hangi şirketin ne yapacağını belirleyen, yarın kimin ne yiyip içtiğine, nasıl giyindiğine karışır. Çünkü hürriyetler bir bütündür, parçalanamaz. Kalkınma planımızın yapması gereken de hür teşebbüsün pazara girişinin, finansmana erişiminin ve kurumsal kapasite gelişiminin önünü açmaktır.
Hangi odakla sorusuna cevabım: orta direk. Kalkınmanın da demokrasinin de hukuk devletinin de mihenk taşı orta direktir. Orta direk; demokratik hukuk devletinin sigortası, güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir kalkınmanın dinamosudur. Maalesef, 12. Kalkınma Planında orta direğin adı yok! Bugün, 40 milyon kişilik bu kitle büyük bir taarruz altında. Kalkınma hedeflerimize ulaşabilmek için imkanları, fırsatları ve hürriyetleri baskılanan orta direği yeniden ayağa kaldırmamız gerekiyor.
‘Nasıl?’ sorusuna cevabım: onarım, bütünleşme, seferberlik ve dönüşüm. Bir diğer deyişe, restorasyon, entegrasyon, mobilizasyon ve transformasyon.
Birincisi; onarım, yani restorasyon. Bunun için kurumsal mimarimizi bir an önce yeniden inşa etmeliyiz. Demokraside, hukukun üstünlüğünde, basın özgürlüğündeki halimize son vermeden kalkınma planımızı icra edemeyiz.
İkincisi; bütünleşme, yani entegrasyon. Büyük ülke olmak milletin birlik ve beraberliğinden geçer. Toplumu mikro-gruplara bölen nefret diline ve kimlik siyasetine cepheden karşı çıkmalıyız. İçeride bütünleşme yetmez, dünya sisteminin parçası olan, dünyayla yarışan bir ülke de olmalıyız. Bunun için Eurovision’dan olimpiyatlara, gümrük birliğini güncellemekten Silikon Vadisi’ne büyükelçi atamaya uzanan her alanda ilerlemeliyiz.
Üçüncüsü; seferberlik, yani mobilizasyon. Üç gencimizden birini ‘ne işte ne okulda’ halde bırakamayız. Çalışma çağındaki 10 kadından 3’ü çalışırken gelişmiş ülke olamayız. Engellileri eve mahkûm ederek vicdanımıza hesap veremeyiz. Bunun için evrensel kalitede yaşam boyu eğitim; bunun için yaygın yaşlı ve çocuk bakım merkezleri; bunun için internet ve teknolojik cihazlara ucuz erişim ve bunun için güvenli sokaklar.
Dördüncüsü; transformasyon, yani dönüşüm. Kalkınma seferberliğimizin merkezine rant yerine üretim, yatırım ve istihdamı; ucuzculuk ve fasonculuk yerine katma değer ve markalaşmayı; kontrol-kumanda ekonomisi yerine hür teşebbüsü; çıkar lobileri yerine KOBİ’leri koymaya mecburuz. Güçlü üretim için sağlam altyapıyı; artan yatırım için uygun finansmanı; büyüyen istihdam için ara değil aranan elemanları; şahlanan ihracat için açılan pazarları ve yüksek katma değer için yaygınlaşan yenilikçiliği sağlamalıyız. Tüm bunların ötesinde, gelişmiş ülkeleri takip etmekle yetinemeyiz; teknolojik sıçrama odaklı bir yarına atılım yapmalıyız.”