HABERMAX. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, TKP’nin Sesi podcast kanalında dün akşam yayınlanan Gündem programında AKP’nin yerli ve millilik söylemi, solun millisinin olup olmayacağı ve Kürt sorununda yeni bir açılım ihtimali üzerine dikkat çeken değerlendirmelerde bulundu.
İlk olarak kendisine AKP’nin milli ve yerli söylemi hakkında bir soru yöneltilen Okuyan, bu söylemin Türkiye sermaye sınıfının bölgesel iddialarının arka planını güçlendirecek ideolojik ve siyasi tema ihtiyacından doğduğunu ifade etti ve şunları söyledi:
“AKP’nin ilk dönemi hatırlarsak bu eşbaşkanlık hikayesi, Büyük Ortadoğu Projesi’nde stratejik ortaklık çok fazla AKP-ABD Projesi olarak gündeme geliyordu ve buna yanıt da üretemiyorlardı. Belli bir noktadan sonra, özellikle de bu Fethullahçı darbe girişiminden sonra, AKP bir yerlilik söylemiyle hareket etmeye başladı ve bunu iyi kullanıyorlar. Muhalefetin tarzı da buna hizmet ediyor, AKP’nin kendisini yerli ve milli söyleminin arkasında gizlemeye. Ama asıl şunu konuşmamız gerekiyor. Bu yerlilik ve millilik iddiasının arka planındaki iddia sahibi aslında Türkiye’deki büyük patronlar, sermaye sınıfı.”
“Türkiye kapitalizmi gelişti ve belli iddialara sahip olmaya başladı. Dolayısıyla o hani az gelişmiş, bağımlı, muhtaç, karikatür gibi gözüken Türkiye kapitalizmi bugün dünyada iddialı ekonomilerden birisi haline geldi. (…) Şimdi doğal olarak bu iddiaların arka planını güçlendirecek ideolojik ve siyasi temalara ihtiyaç var. AKP belli bir dönemini Avrupa Birlikçilikle, ABD’nin işte stratejik ortağı falan bütün bunlarla geçirdikten sonra bu şeyi yakaladı. Bu halkta da alıcı buluyor çünkü insanlar ya bizim ülkemizi ayağa kaldırıyorlar falan diyorlar. Bu yerlilik millilik söylemi ile bir de muhalefete topyekün bir yabancılık, uluslararası tezgahların uzantısı olarak bir yafta yapıştırdı AKP, bunu da iyi becerdi. Dolayısıyla bu yerli milli söylemi aslında Türkiye kapitalizminin iddialarıyla beraber gelişti. Yani Türkiye kapitalizmi artık o 1960’larda bizim gördüğümüz şeyin çok dışında. Ha bağımlılığı sürüyor mu? Sürüyor tabii ki.”
Solun “İstemezük” Tavrından Çıkması Gerekiyor
Kemal Okuyan’a yöneltilen bir değer soru da Türkiye kapitalizmini küçümseyen muhalefet tarzı hakkında oldu. Yapılanlara doğru gerekçelerle itiraz etmenin önemini vurgulayan Okuyan, buna dayanmayan bir “istemezük” tavrından çıkılması gerektiğini savundu:
“Türkiye’nin barajlara, havalimanlarına, yola, altyapı yatırımlarına ihtiyacı var. Türkiye’nin sanayi üretimine ihtiyacı var. Dolayısıyla böyle Türkiye’de yapılan her şeyi küçümsemenin, karşı çıkmanın ya da aşağılamanın devrimcilik olmayacağı çok açık. Buradan bir yere gidemezsiniz. Mesela enerji yatırımları. Şunu dersiniz, işte şu şu şu enerji yatırımları birilerine, holdinglere, patronlara para kazandırmak için yapılıyor. Niye özel sektör yapıyor, devlet yapsın diyebilirsiniz. Ya da diyebilirsiniz ki böyle bir enerji ihtiyacı yok Türkiye’de, bu gereksiz bir harcama diyebilirsiniz. Doğayı çevreyi tahrip ediyor diyebilirsiniz. Enerji sektöründeki işçilerin çalışma koşulları, ücretleri, bütün bunlara ilişkin eleştiride bulunup bir mücadele örgütleyebilirsiniz, örgütlemelisiniz. Ama enerji yatırımı istemiyorum, santral istemiyorum, hiçbir şey istemiyorum. Rüzgar olmasın, şey olmasın… Bütün enerji kaynaklarına ilişkin… Doğru bütün enerji kaynakları bir çevre problemi yaratıyor. En temiz enerji olan nükleer enerjinin de yarattığı başka şeyler var ki o da bir çevre felaketine dönüşüyor. Dolayısıyla bu “istemezük” tavrından çıkması gerekiyor solun. Bunu çok net söylüyorum.”
Bu Muhalefet Tarzı Ülkeyi Küçümsüyor, Başka Ülkeleri Yüceltiyor
Genel Sekreter, bu tavrın AKP’nin demagojisine alan açtığını da vurguladı:
“Türkiye’deki emekçilerin, işçi sınıfının emeğiyle ve işte mühendislerin teknik insanların bilim insanlarının aklıyla, yaratıcı emeğiyle ortaya çıkan şeylerin küçümsenmesi “ya işte bu da zaten taklit” “bu da şöyle” falan filan. Bu yakışıksız bir durum. Üstelik de AKP’ye kendi demagojisini kullanma açısından büyük bir alan açıyor. (…) Bir noktadan sonra toplum da bakıyor ve diyor ki işte yol yapıyoruz, baraj yapıyoruz, dünyanın sayılı havaalanlarından biri yapıldı. Bunları küçümsemek yerine çıkıp “burada işçi sınıfının emeği var” demek ya da “burada kullanılan kamu kaynakları hepimizin kaynakları” demek, bunların özel sektöre peşkeş çekilmesinin önüne çıkmak, mücadele etmek… Bunu yapmayan ama söylenip duran bir muhalefet var. Bunu yapamazlar çünkü muhalefet de sırtını sermaye sınıfına dayamış bir muhalefet. Ama öte yandan da bu sürekli olarak beğenmeme hali, küçümseme hali işe yaramıyor. Biz mesela kendimizi buradan ayırmaya çalışıyoruz.”
Bu yaklaşımın ülkeyi küçümseme olduğu, başka ülkeleri de yüceltmek anlamına geldiği üzerinde duran Okuyan, dünyada da gerçek anlamda öykünecek bir ülkenin varlığının çok tartışmalı olduğuna dikkat çekti.
Bu Toprakların Komünistiyiz
Genel Sekreter Okuyan, “solun millisi olur mu?” sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
“Solun mücadele ettiği topraklara ait olması olur. Bu anlamda sol kökü dışarıda falan
olamaz. Sol da demeyeyim ben komünistler için konuşmak isterim. Her komünist partisinin kendi ülkesiyle kurduğu o güçlü bağlar aynı zamanda o ülkeyi değiştirme iradesini beraberinde getirir, ama milli sol olmaz. (…) Yalnız Türkiye’de değil dünyanın her yerinde şu iddia zaman zaman atılır. “Ülkelerin o ülkede yaşayan bütün yurttaşları kapsayan çıkarları vardır” Bu iddia ile hareket edilir. Bu soyut bir kavram ve bunu kutsallaştırmaya çalışırlar. Denir ki örneğin, Türkiye’den gitmeyelim, İngiltere’nin sınıfsal farklılık, etnik, dinsel, her şeyin ötesinde, herkesi kapsayan bir çıkarı vardır. Bu çıkarları savunanlar millidir. Belki bugün İngiltere’de böyle bir gündem yok ama İngiltere’ye örnek verdim. Bir kere böyle bir ortak çıkar yok. Bazıları insanın insanı sömürmesi üzerine ayakta kalıyor Türkiye’de. Kamu kaynaklarını yağmalayarak zenginleşiyor. Doğayı ve çevreyi tahrip ederek zenginleşiyor. Uluslararası bağlantılar kurarak zenginleşiyor. Çıkarlarını Amerika Birleşik Devletleri ya da Avrupa Birliği ile özdeşleştirerek zenginleşiyor. Bunların çıkarlarıyla, bunların hayata bakışıyla, Türkiye’de yaşayan bir yoksulun, bir emekçinin, bir emeklinin, bir işçinin, bir yoksul köylünün çıkarlarının aynı olması mümkün değil. Mesele bu.”
Giderek köksüzlüğe ve kendini bir yere ait hissetmemeye dönüşen solun kozmopolitizmine karşı bir yere ait hissetmenin önemini şu ifadelerle açıkladı:
“Bir yere ait hissetmek şu nedenle önemli. Değiştirme iradesi bu ülkeyi şu noktaya getireceğiz diyoruz. Laik bir ülke olacak, bağımsız bir ülke olacak, egemen bir ülke olacak, eşitlik olacak, en önemli kısmı bu. Yani insanların birbirini sömürmesine son vereceğiz ve bu sayede eşitlikçi bir toplumsal sistem yaratılacak. Özgür bir ülke yaratacağız. Bunu yapabilmek için bu ülkedeki kaynakları harekete geçireceğiz. Bu ülkenin insanını harekete geçireceğiz. (…) Biz bu topraklara aitiz, kökümüz burada, evet. Yurtseveriz, evet. Milli olmak iki nedenle mümkün değil. Bir tanesi demin dediğim, herkesi içine alan bir Türkiye çıkarı yoktur. Biz bu ülkenin hırsızlarıyla, sömürücüleriyle, işbirlikçileriyle, Amerikancılarıyla, NATO’cularıyla ortak bir şeye sahip değiliz. Son tahlilde onlar bizim işbirlikçilerimiz değil. Hayır, hiçbir yakınlığımız yok.”
Kürt Sorunundaki Kilitlenme Karşılıklı Milliyetçilikle Aşılamaz
Okuyan’a yöneltilen son sorular ise Kürt sorununda çok konuşulmaya başlanan yeni bir açılım ihtimali ve TKP’nin bu konuda yeterince radikal bir söyleme sahip olmadığına dair yapılan eleştirilerle ilgili oldu.
İktidar cephesinde yeni bir açılım hamlesinin illa ki geleceğini söyleyen çünkü meselenin bir yere bağlanma ihtiyacına işaret eden Okuyan, bağlanan yeri çözüm anlamında söylemediğini ifade etti. Kürt sorununda karşılıklı milliyetçi yaklaşımların bir tıkanma hali yarattığını vurgulayan Okuyan, bu tıkanmayı aşmak için “Bu coğrafyada nedir birleştirici olan?” sorusuna doğru yanıt verilmesi gerektiğinin altını çizdi:
“Kürt meselesini bir imha ve yasak şeyinin içerisine sıkıştırma ve sadece terör meselesidir dendiğinde bunun karşılığı olmaz. Türkiye’de başından beri bir haksızlık var bize yapılan haksızlık kabullenilsin ve eşitliği bu şekilde sağlayalım. Ya da biz de kendi yolumuzu çizme hakkımızı elde edelim. Bunun da karşılığı yok. Biz şunu söylüyoruz bu yaklaşımların Kürt sorununu çözmeyi geçtik herhangi bir yol alma şansı yok. Tıkanmıştır, kilitlenmiştir. Peki nasıl çözülür bu iş? “Bu coğrafyada nedir birleştirici olan?” sorusunu sormamız gerekiyor. Birleştirici olan din midir? Bunu iddia edenler var, bunu iddia eden Kürt siyasetçiler var, bunu iddia eden AKP’de epey bir kesim var. İmparatorluk dönemi midir? Örneğin Osmanlı mıdır Türkleri ve Kürtleri bir araya getirecek felsefe? Bunu iddia edenler var mı, var? Türkleri ve Kürtleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü sınırlarını genişleterek yan yana getirmek bir perspektif olarak mümkündür diyenler var mı, var. İlk açılım döneminde birlikte genişleyelim deniyordu. Dolayısıyla, bir ortaklık olacaksa bunun tutkalı ne olacak sorusuna yanıt arıyorlar, değil mi? Bir de ortaklık olmasın diyenler var. Aslında Kürtleri bastırarak, imhayla yola getirme iddiası da bunun bir parçası. “Ben ayrılacağım” demek de bu iddia.”
“Ortaklığı bu ülkede olabilecek en birleştirici taraflaşmayla sağlayabiliriz. Bir yeniden kuruluş iddiası. Şimdi Türkiye Komünist Partisi bir alan temiz uğraşıyor şu anda Kürt meselesinde. O alan temizliği de bu kilitlenmedir. Milliyetçiliklerdir. Buradan çıkış yok, birbirini güçlendiriyor ve bazılarının Türkiye’de karşıt milliyetçi söylemlerden hoşnut olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü kendisini konsolide ediyor bu birleştirici yani ortaklığı sağlayıcı şey Türkiye’de nüfusun çok küçük bir azınlığını oluşturan ve Türkiye’yi şu anda lime lime eden, Kürt sorunun da bu hale gelmesinin asıl müsebbibi olan Türkiye’nin bu kaynaklarını, Türkiye’nin emekçi sınıflarını, Türkiye işçi sınıfını sömüren, Türkiye’nin kamu kaynaklarını yağmalayan, doğayı tahrip eden sınıf. Bu sınıfa karşı bir yan yana geliş Türkiye’nin temel meselelerini olduğu gibi bir de Kürt meselesinin de çözüm yolunu açar. O da şudur. Nasıl kardeşçe ve eşit bir biçimde, hiç kimsenin etnik kökenlerinden dolayı bir ayrımcılığa uğramadığı, kendi dili, kültürü konusunda herhangi yasaklamanın içerisinde bulmadığı kendisini, özgürce kendisini ifade ettiği, geliştirdiği bir ülkeyi nasıl yaratırız? E işte bu ortaklığı sağlayarak. O ortaklığı bir ortak düşmana karşı sağlayabilirsin. Ortak düşman emperyalizmdir, sömürücülerdir. Ya da emperyalizm holdingler ve tarikatlardır. Bunun kaynakları var mı Türkiye’de, var.