Köyden getirdiğimiz yeterince pişmemiş köy ekmeği, yağı alınmış köy loru ve makarna karnımızı doyurduğumuz hatta en çok tükettiğimiz gıda maddesiydi. Köyümüzden şehre gelen öğrencilerin babaanneleri (abaları) olanlar şanslıydı. Onlar torunları ile kalır torunlarına bakardı. Kabaköyden şehre gelen Mecbure aba, Sultan Ana, Pimpire yenge, Hanım Hala, Hasibe yenge, Sultan ana, Nazife ana, Huri Ana ve benzerlerinin torunları çok şanslıydı. Bizim gibi babaanneleri erken ölenler için bu imkandan mahrumdu. Baba gurbette anne ise evin hem erkeği hem çilekeş kadınıydı. Hayata tutunmak, aile bütçesine katkı yapmak için köyün kısıtlı tarım ve hayvancılık faaliyetinde aileye çobanlık dahil her türlü zor İşte katkı yapardık. Çekilen çile, körpe bedenlerimizi zayıf bıraksa da çaresiz erken olgunlaşmak zorundaydık. O çocuk yaşta bazen delikanlı bazen genç kız gibi kardeşlerimize anne bazen baba olur kol kanat gererdik. İstiklal harbi gazisi dedem ise bizim şansımızdı Ondan hem İstiklal harbini dinler hem çektikleri çileli yılları öğrendikçe onlara göre biz biraz daha şanslı olduğumuzu düşünürdük. Çok zor yıllardan geçsek de her nesil küçükte olsa daha rahat yaşama şansı buluyordu. Çünkü köyün tüm gençleri yıllarca cephelerde askerlik yapıyordu. Bunun getirdiği mahrumiyet Gümüşhane merkez köylerdeki kısıtlı tarım toprakları fakirlik olarak tüm aileleri kasıp kavuruyordu.
10 GÜNLÜK BAYAT EKMEĞE TALİM ETTİK
Yine böyle bir gün sabahı odamızın bitişindeki odada anneannem, dayımın oğlu ile kalıyor ona bakıyordu. Bazen bize de tabakla yemek ikram ederdi. Bir gün naylon tabakla bize kuymak verdi ben sevindim yemek istedim ağabeyim tabak naylon olduğu için pencereyi açıp kuymağı tabağı ile birlikte bayıra aşağı badem ağaçlarının dibine fırlattı. O gün çaresiz yine çay, 10 günlük bayat ekmek ve lora talim etmek zorunda kaldık. Fakir anneannem tabağı arıyor ısrarla soruyor ama tabak kayıp “yer yarıldı yere girdi” diyor. İşte o tabağı nisan ayında karlar eriyip kalkınca anneannem bademlerin altında buldu. Yine bir gün sabah a yakın kan ter içinde bir rüya görüyorum: Okula gitmek için Alibeylerin bahçesinden geçerken çantam tellere takılıyor yırtılıyor derse geç kalıyorum. Rüyada hüngür hüngür ağlıyor gözyaşlarına boğuluyorum. Hıçkırıklarıma yan daireden anneannem duyarak uyanıyor, kapımıza patır patır vuruyor kan ter içinde uyanıyorum. Rüya olduğunu anlayıp derse geç kalmadığım anlaşılınca adeta bayram sabahına uyanmış oluyordum. İşte biz böyle sorumlu bir nesildik. Dersten kaytarma asla kitabımızda yazmazdı. Zira biz İstiklal harbinin kahramanlarının torunları köy enstitüsü öğretmenlerinin öğrencisiydik. Ailelerimizin fakirlik ve çaresizliği bizi ham demire verilen suyun çelikleştirdiği kuşaktık. Sıvışmak kaytarmak kaçmak bizim kitabımızda yazmazdı. Bazen uyuza yakalandık bazen bitlendik çok büyük mahrumiyetler içinde geçen çileli ömür yılları yaşadık.
BU ÇİLE BİZİ HAYATA HAZIRLADI
Gümüşhane’de öğrenci olmak çok zordu. Dedelerimiz savaş için cephelerdeki ömrünü dinlerken babalarımızın geçinmek için gurbette hasretle yolunu bekler çile dolu yıllarda ancak mektupla haberleşirdik. Ama bu çile bizi çaresiz hayata hazırladı. İşte bu çok başarılı hayat hikayesinin helal rızk kahramanları bu iklimde yetişti. Buradan dünyanın her yerine çil yavrusu gibi dağılan arkadaş eş ve dostumuz ticaret siyaset bürokrasi sosyal hayatta çok güzel yerlere geldiler. Kendileri ile gurur duyduğumuz iftihar vesilemiz güzel dostlarımızı arkadaş ve kardeşlerimizi saygı minnet ile anıyor önlerinde saygı ile eğiliyoruz. Çileli kuşağın ölenlerine yüce Mevla’dan rahmet, kalanlara selamet diliyoruz.
Sabri ŞENEL / 6.2.2021