Dolar 32,3785
Euro 34,7265
Altın 2.431,24
BİST 10.037,05
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 17°C
Az Bulutlu
İstanbul
17°C
Az Bulutlu
Sal 15°C
Çar 18°C
Per 19°C
Cum 17°C

Lefke’nin Tarihi Lefke ismi nereden geliyor ?

Lefke’nin Tarihi Lefke ismi nereden geliyor ?
14 Aralık 2020 22:20
2.022

AHA.Lefke adının nereden geldiği ile ilgili birçok varsayım olsada, en güçlüsü, M.Ö  300 senesinde Ptolome hanedanı (Mısır) bir kralın oğlu prens Lefkon’a bu bölgede bir şehir kurması için düğün hediyesi  olarak  verildiği ve bu bölgeye ‘’Lefkon’’ zamanla Lefke adı verildiğidir.

LEFKE neden tercih sebebiydi ?

Kıbrıs adasının batısında yer alan, Lefke, tarih süreci boyunca, temiz havası, huzurlu ortamı, yeşilliği,bol su kaynakları ve çevresindeki bakır maden yataklarından dolayı birçok medeniyet tarafından hep tercih sebebi olmuştur.

Özellikle Osmanlı dönemi eserleri Lefke’de çok belirgin olarak göze çarpmaktadır. Bunun dışında, Roma,Venedik, ve İngiliz dönemi yapıları Lefke’nin diğer tarihsel zenginlikleri arasındadır. Lefke yaklaşık olarak 4000 senelik bir tarihçeye sahiptir.

Lefke, Kıbrıs adasının kuzey batısında Lefkoşa’dan 62 km., Girne’den ise 68 km. Uzakta yer almaktadır. Lefke’nin alanı 8 kilometre karedir.

Lefke, yeşil ve mavinin tüm tonları, geçmiş medeniyetlere ait dönemlerin tanıklığını yapan tarihi eserleri, ceviz  (yaklaşık 1500 adet) ve hurma ağaçları,(2000 adet),  Kıbrıs’ın en lezzetli portakalı,ve  pitoresk manzaraları ile Tarihin her döneminde ilgi görmüştür. Lefke, temiz havası, huzurlu ortamı , zengin bakır maden yataklarına yakınlığı , ve Tarih ,Kültür ve Doğa değerleri ile eşsiz bir güzelliğe sahiptir. Lefke, Hiç kuşkusuz Kıbrıs adasının, en muhteşem bölgesidir.

İngiliz İdaresi döneminde, Lefke’nin Kıbrıs’taki 7. Kaza olması gündeme gelmişti. Bu amaç doğrultusunda, 1930’lı yılların ortalarında Lefke’ye, idari binalar yapılmıştı.

Bakır Kasabası LEFKE

Kıbrıs ve Bakır, tarih sürecinde ayrılmaz bir ikili olarak adından söz ettirmişti. Antik dönemden beridir, Lefke’de bakır maden kaynakları bulunmakla birlikte, 1914 yılında Kıbrıs’ta faaliyetlerine başlayan C.M.C (Cyprus Mines Coorparation-Kıbrıs Maden Şirketi) 1975 yılına kadar Kıbrıs’ta Bakır Madeni alanında çalışma yürütmüştür. Bakır madeni Lefke’yi etkilemiştir.Özellikle 1920’li yıllardan sonra madencilik Lefke’de hissedilmiştir.  Lefke, en parlak yıllarını Bakır Madenciliğinin zirvede olduğu 1940-1950’li yıllarında yaşamıştır. CMC çalışanları için bölgeye, 500 dolaylarında ev, hastane, teknik okul, yapmıştır. KARADAĞ madeni, Kıbrıs’taki en kaliteli bakır maden alanıydı. KIBRIS adasının ismi BAKIR ile ilgilidir. (Cuprum,cyprium) Kıbrıs adasının her yerinden göç alan Lefke, 1970’li yıllardan sonra göç eden bir kasaba halini almıştır. Günümüzde Lefke merkezin nüfusu 4000 kişi civarındadır.

TARİHSEL MİRAS

Lefke’de yer alan kültürel ve tarihsel mirasın tanığı, çok sayıdaki tarihi yer, Lefke’ye, tarihi bir Kasaba özelliğini yüklemektedir.Özellikle, Lefke Kasabası içerisinde yer alan Venedik, Osmanlı, ve İngiliz Dönemi mimari yapılarının yaratmış olduğu  zenginlik fazlasıyla etkileyici ve görülmeye değerdir.

Antik Soli Harabeleri gezebilir, Kıbrısta bilinen tek Pers eseri Vuni Sarayı’nından güneşin batışını izleyebilir ve  Kıbrıs adasına adını veren eski bakır maden ocaklarını görebilirsiniz. Kıbrıs’taki şehir krallıklarından biri olan  Soli Antik şehrindeki eşsiz güzellikteki Ms.4.yy’a tarihlendirilen Kuğu Mozaiği ve 2005 yılında Soli Şehrinden çıkartılan,Guzelyurt Arkeoloji ve Doğa Müzesinde  ‘’ Soli’nin Altin yaprakları ‘’ adı ile sergilenen altın buluntular  görülmeye değerdir.

Lefke’de bulunan ve ona Osmanlı kasabası hüviyeti yükleyen 41 adet  Osmanlı mimari özelliklerini taşıyan konak, 3 adet camii, Osmanlı türbeleri, Osmanlı dönemine ait su kemerleri Lefke’nin Osmanlı karakterini güçlendirmektedir.

EN ESKİ TÜRK BELEDİYESİ

1900 senesinde kurulan Lefke Belediyesi, Kıbrıs’taki en eski Türk belediyesidir. 1970’li yıllarda, Lefke, 53 köyün merkezi durumunda idi. Günümüze, 13 köy Lefke belediye hudutları içerisindedir.

LEFKEAVRUPA ÜNİVERSİTESİ

1990 yılında Lefke bölgesine ekonomik ve sosyal bir hareket getirmek maksadıyla kurulan,  Lefke Avrupa Üniversitesi’nde ( L.A.Ü) farklı ülkelerden gelen yaklaşık 5500 öğrenci öğrenim görmektedir. Lefke’nin eğitim ve bilim yuvası konumundaki üniversitenin rektörlüğümü, Lefke doğumlu Prof. Dr. Mehmet Ali Yükselen yapmaktadır.

Tarih Öncesi Lefke

Lefke civarındaki en eski yerleşim yerleri Bağlıköy ve Vouni civarlarıdır. Özellikle Vouni civarındaki yerleşim kalıntılarının tarihinin İ.Ö. 7000’li yıllara kadar uzanması, bu bölgelerin Kıbrıs’taki en eski yerleşim yerleri olabileceğini düşündürmektedir. Kıbrıs’taki en eski bakır ocaklarının ise Erimi bölgesinde bulunduğu düşünülmektedir. Erimi deki bakır ocaklarının İ.Ö.3000 yıllarında işletildiği bulgulanmıştır. David Levender’e göre (Levender, s.20), Kıbrıslı’lara bakırı işlemeyi öğretenler Girit veya Mısırlı’lardır. Bu sonuca o tarihlerde bakırı işlemeyi bilen Akdenizli en gelişmiş uygarlıkların bu iki ülkede bulunmasından ulaşılmaktadır.

Kıbrıs İ.Ö.1500 tarihlerinde Mısır hakimiyetine girer. Kıbrıs, Mısır’a vergisinin en azından bir bölümünü bakır olarak ödemekteymiş. Öte yandan, Lefke’deki hurma ağaçlarının Mısırdan getirildiği de biliniyor. Bugün sayıları 1000 civarında olan hurma ağaçları, bakırın maden ocaklarından çıkarılmasını sağlayan sepet yapımı için getirilip Lefke’ye ekilmişti. Mısırlıların (ve ondan öncekilerin), Lefke’de hangi tarihlerde bakır madenlerini işletmeye başladığı tam olarak bilinmiyor. Bu konuda belirlenebilen en eski tarih İ.Ö. 1350 yıllarıdır. 1938 de Ablıç madenini işletmeye açan CMC, bölgedeki antik çağlardan kalma tünelleri bulur.

Yapılan incelemeler bu bölgede madencilik faaliyetlerinin yanında küçük yerleşim birimlerinin de varlığını ortaya çıkardı.(Levender, s.69) Kıbrıs’taki Mısır egemenliği İ.Ö. 1220 yıllarından hemen sonra, Kıbrıs’ın Hitit’ler tarafından işgal edilmesi ile sona erer. Hitit’ler, Orta Doğu’da Mısır’ı, daha İ.Ö. 1281yılından itibaren geri çekilmeye zorlamış olmalarına rağmen, Kıbrıs’a ilgi duymazlar. İ.Ö. 1281 deki Kadeş savaşında Mısır ordusunu bozguna uğratan Hititler, Doğu Akdeniz’in önemli bölümünü de kontrolleri alına almış oldular. Kadeş savaşı, tarihte taktik ayrıntıları bilinen en eski savaştır. Kadeş savaşının bir başka önemli yanı ise, savaşın yapıldığı yüzyılda savaşan tarafların dünyanın iki süper gücü olmasıdır. Bugün bizler bu savaşın ayrıntılarını eski Mısır kayıtlarından biliyoruz.

Birçok tarihçi bu kayıtlardan yola çıkarak tarafların birbirlerini yenemedikleri sonucunu çıkarmış, oysa bu kayıtlarda Mısır firavununun kendi halkına savaşı kazandığını söylediğini öğrenmemize rağmen bunun doğru olmadığını, savaşın sonunda Mısır egemenliğindeki Suriye topraklarının Hititler’in eline geçmesinden anlıyoruz. Nerdeyse bugünkü Mısır topraklarının sınırına kadar dayanan Hitit orduları Mısır ordusunu tümüyle dağıtmayı başaramadıklarından daha ileriye gidemezler. Çok açıktır ki bu olaylar yaşanırken Kıbrıs tam bir siyasal boşluğun içine düşmüş olmalı.

Doğrudan kaynaklardan bu dönemi ne yazık ki bilemiyoruz ama çevre ülkelerde gelişen bir dizi olayın Kıbrıs üzerindeki etkilerinden bazı sonuçlar çıkarabiliriz. Burada bizim için asıl önemli olan bakır üretimi ve bu üretimle ilgili olarak Lefke ve civarında gelişen olaylardır. Konumuz Lefke olduğuna göre bu dönemi aydınlatmak bizim için çok önemlidir. Birazdan göreceğimiz gibi, Kadeş savaşından sonra geçen çok kısa bir zaman aralığı, Lefke tarihinde, Kıbrıs’ta bakır üretimi tarihinde ve bunlara bağlı olarak Kıbrıs tarihinde belirleyici öneme sahip olaylara sahne olmuş. İşte bu konuyu aydınlığa kavuşturacak bir başka olaylar dizisi; Kadeş savaşından sonra geçen birkaç on yıl içinde bir başka ünlü savaş yapılır. Bu sefer savaşan taraflar Troya’lılarla Yunanlılar. Söz konusu savaş, Homeros’un şiirleriyle günümüze kadar ulaşıp insanlık tarihinin belki de en popüler savaşı haline gelmiş olan Troya savaşıdır. Troya savaşı, onca ününe rağmen, yapıldığı tarih, savaşın nedeni ve savaşın oluş biçimiyle ilgili cevabı tam olarak bulunamamış birçok soruyu günümüze kadar getirmiştir. Troya savaşının yapıldığı tarihle ilgili nerdeyse İ.Ö.13 yüzyılın bütününü kaplayan birçok tarih verilir. Değişik gerekçelerle ileri sürülen bu tarihlerin en çok kabul göreni, savaşın İ.Ö. 1250 yılından önce yapıldığıdır. Bizim burada esas alacağımız tarih de işte bu tarihtir. Bilindiği gibi Troya şehri önlerinde şehri alabilmek için 9 yıl savaşan Yunanlılar sonunda şehri savaşarak almayacaklarına karar vererek bir hile hazırlarlar. Troyalıları savaştan vaz geçtiklerine inandırıp ardlarında Troyaya hediye olarak tahtadan dev bir at bırakarak askerlerini geri çekerler. Oysa tahta at içerisinde Yunan askerleri gizlenmişlerdi. Hileye kanan Troyalılar dev tahta atı şehirlerine sokarlar. Gece olunca atın içinden çıkan Yunanlılar şehrin kapılarını açıp dışarıda bekleyen ordularını içeri sokarlar. Troyaya giren Yunan orduları şehri yağmalayıp yakıp yıkarlar ve böylece 9 yıllık savaş sona erer. Büyük oranda savaşı Homeros un İlyada’da anlatış biçimine uyan bu efsaneye göre tahta at içinde Troya’ya girenlerden biri de Atina kıralı’nın oğlu Domephon dur.

Gerçekte Troya savaşı böyle mi sonuçlandı? Troya atı ne kadar doğru? Domephon şehre böyle mi girdi ?

Bütün bunlar hep efsanelerle günümüze ulaşmış tartışılan konular. Ama Atina kıralının oğlu Domephon’un var olduğu, Troya savaşındaki kahramanlıklarıyla Yunan tarihine geçtiği ve diğer Yunan sitelerinin ordularıyla birlikte Troyayı yağmalayıp yakıp yıkanlar arasında bulunduğu bir gerçek. Bütün bunlarla bizim ilgimize gelince; Demophon savaştan sonra muzaffer bir komutan olarak Atina’ya döner ve bir süre sonra Atinalıların bir bölümünü toplayıp gemilere bindirir ve Kıbrıs’a, Lefke bölgesine gelir. Atina’lılar, Lefke’nin üç kilometre kadar batısında, Soli ile Bağlıköy arasında iyi tahkim edilmiş arazide güçlü savunması olan bir şehir kurarlar ve adını da Aepia koyarlar.

AEPİA’NIN KURULUŞU

Demophon gibi ününün ve gücünün doruğunda bir prens neden böyle bir işe girişmiş? Kıbrısta bir üs veya koloni oluşturmaya karar vermiş olduğunu düşünsek bile, yer seçimini neye göre yapmış? Ve son soru, amacı ne olursa olsun, iki super gücün arasındaki bir bölgeyi işgal etme cesaretini nerden buluyor? Önce Aepia’nın kuruluş nedenini ele alalım; Efsaneleri bir tarafa bırakıp İ.Ö. 13 yüzyılın gerçeklerine bakacak olursak, bunun da nedenini kolaylıkla buluruz. Homeros, İlyada’da Troya savaşının nedeninin güzel Helen olduğunu anlata dursun, gerçekte Troya savaşı bir istila ve yağma eylemleri dizisinden başka bir şey değildir ve savaşı bitiren de Ege sahillerinin 9 yıl boyunca yağmalanarak tüketilmiş olmasıdır. Yunan sitelerinin orduları için ise, yağmalanacak en değerli eşyaların başında bakır gelmektedir (A.Erhat, s.26). Bunun nedeni bakırın o yüzyıllarda savaş teknolojisinin temeli oluşudur. Söz konusu yüzyıllarda savaş araç gereçlerinin önemli bölümü tunç dan yapılmaktadır. Zırhlar, kalkanlar, kargılar hep tunçtan yapılırlar. Tunç ise %90bakır+%10kalay dır. İşte Lefke’nin kaderini belirleyen ‘sihirli formül’.

Gözünü yükseklere dikmiş bir krallık önce güçlü bir ordu kurmak zorundadır, ihtiyaç duyduğu askerleri bulabilir, onları eğitebilir de ama gerekli askeri donanım en önemli sorundur. Krallık ne kadar zengin olursa olsun ihtiyaç duyduğu bronz’u, yani bronz’un hammaddesi bakırı kolaylıkla elde edemezdi. Bu kadar değerli bir metalin üretimini kontrol eden büyük devletlerin ayni zamanda onun satışını da kontrol altında bulundurmayacaklarını düşünmek saflık olur. Sanırım şimdi Aepia’nın kuruluş nedeni anlaşılmış oluyor. Demophon’un, ihtiyaç duyduğu bakırı ordan burdan kap kacak olarak yağmalayacağına, gelip üretim merkezlerinden birini ele geçirmesi daha mantıklı değil miydi? Şimdi artık Atinalı’ların neden Lefke civarına yerleşme ihtiyacı duyduklarını değil, diğerlerinin bunu nasıl akıl edemediklerini sorgulamak daha doğru olur galiba. Demophon’un bölgeyi işgal etmeye yeltenme cesaretini nerden bulduğuna gelince;Sanırım bu sorunun cevabını da artık vermiş bulunuyoruz. Yukarıda anlattığımız gibi Kadeş savaşı ile Hitit’lerin Kıbrıs’ı işgal ettiği tarih arasındaki dönem, Kıbrıs için bir siyasal boşluk dönemi. Öyle anlaşılıyor ki Demophon bu boşluğu iyi değerlendirmiş.

Aepia’nın tam olarak ne zaman kurulduğuna gelince; bizim ele aldığımız tarih dilimi ve bu tarihlerde Ege ve Yunanistan’da yaşananların kayıt altına alınması olayların bitişinden 3-4 yüzyıl sonrasında gerçekleşir. İ.Ö. 13 yüzyılda Hititler ve Mısırlılar yazıyı kullanıyor olmasına rağmen Yunanlılar henüz yazı kullanmamaktaydı. Onlara yazıyı Kıbrıslıların öğrettiği söylenmektedir. Dolayısıyla kesin tarihleri birinci elden bilemiyoruz. Yine iddialara göre Kıbrıs’ta kurulan Yunan kolonilerinin ilki Aepia dır. Aepia’yı, Baf ve Salamis takip etmektedir. Ancak, Aepia’nın kuruluş tarihini kesin olarak tespit etme yönünde bir şansımızın vardır. Burada söz konusu ettiğim hüzünlü bir aşk hikayesidir. Demophon, Troya savaşından sonra doğrudan Atina’ya dönmez, dönüş yolunda, Trakya sahillerindeki Amphipolis krallığına uğrar ve bu krallıkta prenses Phyllis’e aşık olur ve onunla evlenir. Kral Sithon, krallığını damadına bırakma sözü vermesine rağmen, Demophon, Atina’ya gitmek zorunda olduğunu söyleyerek, belirli bir zamanda geri dönme sözü vererek oradan ayrılır. Atina’da ne oldu bilinmez ama Demophon karısına döneceğine, Kıbrıs’a gelir. Belirlenen tarihte kocası dönmeyince, terk edildiğine inanan Phyllis, küçük düşürülmeye dayanamaz ve kendisini bir ağaca asarak intihar eder (T.Yörükkan, s.185). Demophon, Phyllis’in intihar ettiğini, Kıbrıs’ta Aepia’yı kurmakla meşgul iken öğrenir ve Yunanistana geri döner. Orada bir kaza geçirip ölür. Doğal olarak, tüm bu olaylardan Aepia’nın, Troya savaşından birkaç yıl sonra kurulduğunu çıkarabiliriz. Şüphesiz, Phyllis, Lefke’nin bakır madenleri uğruna yaşamını yitiren ilk insan değildi ve sonuncusu da olmadı. Onun bir prenses olması, trajik yaşam öyküsünün tarihe geçmesine neden oldu. Ama ileride göreceğimiz gibi Lefke madenlerinde sayısız insan çok daha trajik bir şekilde yaşamlarından olmuşlardır. Aepia şehri kurulurken, şehir devletlerinin ortak amacı durumundaki ticari merkez olma hedefinin aksine güvenlik kaygısı ağır basmış. Bunu, şehri, kıyıdan yürüyerek bir saat mesafede iyi tahkim edilmiş bir arazide kurmalarından anlayabiliriz. Kuruluşundan 600 yıl sonra Aepia’yı tarihe gömen kararını verirken, Solon, bu durumu göz önüne almış. Aepia’nın mevcut konumunda gelişmesinin imkansız olduğunu farkında olan Solon, eski bir öğrencisi olan Aepia kıralı Filikapos’u bu şehri terk edip bugünkü Soli’nin bulunduğu yerde yeni bir şehir inşa etmeye ikna eder. Mısır’dan Yunanistan’a giderken, öğrencisini ziyaret amacıyla Kıbrıs’a gelen Solon, yeni kurulacak şehrin planlarını da çizdikten sonra, kanun yapıcı olarak Yunanistan’a gider. Bu yeni şehre, Solon’a duyulan saygıdan dolay Soli adı verlir. Solon’un ileri görüşlülüğü kurduğu yeni şehrin kısa zamanda gelişip Kıbrıs’ın en önemli kentlerinden biri haline gelmesiyle bir kez daha kanıtlanmış olur. Peki ama, Lefke’nin birkaç kilometre batısında tüm bunlar olurken Lefke ne durumdaydı? Ya da soruyu başka şekilde sorarsak; Aepia’yı kuranlar şehirlerini kuracak yer olarak neden Lefke’yi tercih etmediler? Aslında Lefke’nin Yunanistan’dan gelen göçmenler için bölgedeki en uygun yerleşim yeri olabileceğini söylemek hiç de abartılı bir iddia olmaz. Solon’un, Soli’nin yerini seçerken, denize olan yakınlığından dolayı o bölgeyi tercih ettiğini anlayabiliyoruz. Onun amacı kara ve deniz yollarının kesiştiği bir kavşak noktasında ticaret merkezi olabilecek bir kent kurmaktı. Soli’nin, Kıbrıs’ın kuzey batısında seçilebilecek en uygun noktaya kurulduğunu, kentin 1000 yılı aşkın devam edebilen tarihinden biliyoruz. Fakat Aepia için ayni şey söylenemez. Gördüğümüz gibi Aepia’nın kurucularının hedefi bölgedeki bakır madenleri idi. Bundan dolayıdır ki kurdukları şehir’in ticari merkez olamayacak bir noktada olmasını önemsememişler daha çok askeri bir işlev görebilmesini hedeflemişlerdi. Özellikle Troya savaşları ile iyice deneyim kazanan Yunan site savaşçılarının Lefke bölgesini ne kadar zamanda ele geçirdiklerini bilemiyoruz ama bunun da çok uzun sürmediğini tahmin edebiliriz. Aepia nın neden bugünkü Lefke’nin bulunduğu yere kurulmadığına gelince; Bunun nedeni büyük ihtimalle şehir’de yaşayacakların güvenliği ile ilgili ilgilidir. Antik çağlarda (çok daha sonraları da ) şehirlerde yaşayanları tehdit eden iki büyük tehlike vardı. Bunlardan birincisi dış saldırı diğeri ise salgın hastalıklar idi. Dış saldırılara karşı güçlü bir savunma oluşturulabilirdi ama şehirde baş gösteren salgın hastalık karşısında çaresiz kalınabilirdi. Tarih boyunca dünya nüfusunun önemli bölümü şehirlerde baş gösteren salgın hastalıklar yüzünden ölmüştür. Aepia’nın yeri ile ilgili söylenebilecek en uygun söz sanırım, onun Lefke’yi kontrol edebilecek kadar Lefke’ye yakın ama Lefke’den gelecek tehlikelere karşı ondan korunabilecek kadar uzak bir yere kurulduğudur. Bu tehlikelerin başında ise o zamanlar çaresi bilinmeyen salgın hastalıklar ve köle ayaklanmaları idi. Demophon’nun ölümünden sonra da ardılları Aepia’yı yaşatmalarına rağmen onun hayallerini gerçekleştiremezler. Aepia’nın ya da başka bir deyişle Atina’nın gelişmesinin önüne taş koyan ise Hititler. Hitit kralı IV.Tudhaliya döneminde (İ.Ö. 1250-1220) Kıbrıs’ın işgal edilmesini nedeni de yine bakır madenleri. Bu konuda Seton Lloyd şöyle yazar(Lloyd, s45) ‘Hititlerin şimdiye dek pek üzerinde durmamış göründükleri başka bir ülke de Alaşiya idi (Kıbrıs). Sahip olduğu bakır yataklarından ötürü bu sırada bölgenin önemi anlaşılmış olmalı ki, Tudhaliya adaya çıkıp onu işgal etmişti’. Bir başka Hitit tarihi uzmanı Ekrem Akurgal ise, Kıbrıs’ın, Hitit’ler tarafından işgali konusunda şöyle yazar. ‘Yazılı kaynaklardan belirdiğine göre IV.Tuthaliya’nın krallık sürecinde Alasia, yani Kıbrıs, Hattuşa’nın eline geçmiş ve bu krallık karşılığı altın ve bakır ile ödenen bir vergiye bağlanmıştır. Anlaşma hükümlerinin gereğince yerine getirilmesi için de Alasia kralının yanısıra bir vali tayin edilmiştir. Kıbrıs Adası Hattuşa’nın çöküşüne değin Hitit Krallığı’na bağlı kalmıştır.’ ( Akurgal.s105) Hititler’in, Kıbrıs’taki bakır madenlerinin önemini fark etmelerindeki bu gecikme akla yine Aepia’yı getirmektedir. Eğer, Aepia’lıların (Atinalılar), Kıbrıs’a geliş nedeni bakır madenleri ise (öyle olduğu konusunda artık şüphemiz kalmadı sanırım), bu durumda süratle Lefke bölgesini ele geçirip, maden üretimini artırmış olmalıdırlar. Büyük ihtimalle daha önceleri düşük kapasitede yapılan üretimin kısa zamanda artışı, Hitit’lerin dikkatini çekmiş olmalı. Yani, Aepia kendi amaçları doğrultusunda üretimi artırarak uyuyan devi uyandırıp kendi sonunu da hazırlamış oldu. Hititler’in Kıbrıs’a kukla bir kral atamakla kalmayıp, altın ve bakır olarak belirledikleri vergi (haraç) konusunda, yanına gözlemci olarak bir de vali bırakmaları daha önce bahsettiğimiz büyük devletlerin maden üretimi ve dağıtımını (ticareti) kontrol altında bulundurdukları düşüncemizi doğrular nitelikte.

Hititler, Aepia’nın önünü kesmeseydi ne olacaktı ? Dünya tarihinde gelişen olaylar yine de Aepia’nın veya başka bir deyişle Atina’nın gelişip büyük bir imparatorluk olma şansının bulunmadığını göstermektedir. Burada söz konusu olan bazı kaynaklarda deniz halkları, bazılarında ise Dor’lar diye isimlendirilen halklar’ın uygarlık dünyasının büyük bölümünü yok eden saldırılarıdır. İ.Ö. 12 yüzyıl başlarında başlayan bu istilalar sonucu dünya tarihi yaklaşık üç yüzyıl sürecek karanlığa gömülür. Tüm Yunan şehirleri yakılıp yağmalanır, ayni akıbet sırası ile Anadolu ve Orta doğudakilerin de başına gelir. Tabii bu arada Hitit İmparatorluğu da çöker. Mısır kayıtlarına göre Kıbrıs da bu yıkıcı istilalardan payını alır ve Kıbrıs’taki tüm şehirler yakılıp yıkılır.

DİPNOTLAR: (1) ‘..çok eskiden Lefke bölgesi kavaklarla kaplı bir koruluk imiş ve burada büyük bir çiftlik varmış. Bu çiftliğe Yunanca ‘lefgios’ adı verilmiş. Zaman içerisinde bu çevreye evler yapılması ve köyün daha sonra kasaba olması ile, ismini o zamandan itibaren korumuş. Bir diğer söylentiye göre göre Lefka adında bir Hıristiyan kız, hasta olduğundan dolayı dağlar arasındaki bu kasabaya getirilmiş ve buranın dağ havası sayesinde iyileşmiş. Uzun bir süre burada yaşadıktan sonra sonra ise burada ölmüş: bundan dolayı da yaşayanlar bu kasabaya Lefka ismini vermeyi uygun görmüşler.’ ( N.Zafer, s.77 ) (2). Dr.Nazım Beratlı’nın Lefke’nin coğrafi konumundan kaynaklanan önemi üzerine yazmış olduğu makale, yerel bir dergimiz tarafından ilgili bölümü ‘çıkarılarak’ yayınlandı. Ayni makale daha sonra Lefke Gazetesi sayı 4 de bütün olarak yayınlandı. Bu makalenin daha da geliştirilmiş şekli kısa süre önce N.Beratlı’nın, ‘Adı Cemile İdi’ isimli son kitabı içerisinde yayınlandı.

KAYNAKÇA.

1- Lefke/ Nevter Zafer –Kıbrıs Sokaklarında Mimari ve Yaşam ve Çevreye Dair – ( Uğur U. Dağlı) isimli kitap içinde. S 77, Işık Kitapevi Yayınları
2- Tarih İçinde Lefke, N. Beratlı,Lefke Gazetesi sayı 4.
3- Anadolu Kültür Tarihi, Ekrem Akurgal, Tübitak Yayınları.
4- Türkiye’nin Tarihi, Seton Lloyd, Tübitak Yayınları
5- The Story of Cyprus Mines Corporation, David Lavender, The Huntington Library.
6-Tunç Uygarlığı, Azra Erhat, İlyada’ya yazdığı önsöz( s.7-70) içinde, s.26
7- Yunan Mitolojisinde Aşk, Turhan Yörükkan

Yakın Tarihte Lefke

20 YÜZYILIN BAŞINDA LEFKE    

1571 de Osmanlılar, Kıbrıs’a geldiklerinde Latinlerle (Venediklilerle) savaşırlar. Adada çoğunluğu oluşturan Ortodoks Rumlara karşı, Latinlerden farklı bir politika izlerler. Rumları kontrol altında tutabilmek için Kilise’ye geniş imtiyazlar sağlayıp zenginleşmesine ve zenginliği oranında Rum nüfusu denetimi altına almasına göz yumup, yönetimin sürekliliğinden birinci derecede çıkarı olan bir kurum yaratmışlardı. Kıbrıs’taki Latin nüfusa gelince; Bu insanların büyük bölümü ya kaçmış ya da Osmanlılar tarafından yerlerinden sürülmüşlerdi. Ada’ya ilk gelen göçmen Türkmenler, kovulan Latinlerden boşalan köylere iskan edilirler.  Lefke, işte bu şekilde Türklerin iskanına açılan Latin yerleşim yerlerinden biridir. Lefke’deki Türk nüfusun, Osmanlı idaresinden bugüne kadar çoğunluk oluşunun nedeni de budur.

Venedikliler döneminde yönetici hanedanın özel mülkü olan Lefke, ayni zamanda Kıbrıs’ın kuzey batısının idari merkezi idi. Lefke, Kıbrıs’ın kuzey batısının idari merkezi olma özelliğini Osmanlı yönetimi boyunca da sürdürür. Osmanlı yönetim biçiminin gereği olarak, Lefke’nin verimli topraklarının önemli bölümü, yönetici sınıfı oluşturan az sayıda aile arasında bölüştürülür. Tımar denilen bu sisteme göre, Üst düzey yöneticilere rütbeleri oranında mülk verilir ve gelirlerini bu şekilde sağlamaları istenirdi. Ayni zamanda geliri oranında vergilendirilerek devletin en önemli gelir kaynağını sağlayan bu araziler, yönetici gözden düştüğü zaman ailenin elinden alınabiliyordu. Ancak Osmanlı bürokrasisi bunun da yolunu bulmuştu. Yönetici sınıfı oluşturan aileler mallarını vakıf ederek bu tehlikeden kurtuluyorlardı. Lefke’deki, nerdeyse tüm kullanılabilir tarım arazisinin 1571 den sonra el değiştirdiğini söylemek pek yanlış olmaz. Bu araziler az sayıdaki Osmanlı yöneticisine tahsis edilir ve Lefke’de büyük toprak sahipliği 20 yüzyılın başlarına kadar devam eder. Bu süreç 20 yüzyılın başından itibaren açıklamaya çalıştığımız nedenlerle   kesintiye uğrar. Osmanlı yönetiminin ilk yıllarında Lefke’deki toplam arazinin nasıl bölüştürüldüğünü tam olarak bilemiyoruz. Bu konuda Evkaf kayıtları kaynak olarak alınabilir.

Günümüz Türkçe’sine çevrilip yayınlanan Evkaf kayıtları arasında, Lefke’deki arazi bölüşümü hakkında bir fikir verebilecek en eski kayıt 1690 tarihlidir. ‘Lefkeli EL-Hac Ali Efendi’ nin su vakfiyesine ait kayıtlara göre, Maratasa deresinden kendisine ait suyun 64 saatini vakfetmiş (M.H.Altan,c1,s 472). Bugün Maratasa suyunun dönüşümünde aylık takvimler esas alınmaktadır. O tarihlerde suyun dönüşüm periyodunun ne olduğunu bilmiyoruz ama bir ay bile esas alınsa yine de bugünle kıyaslanamayacak kadar büyük rakam söz konusudur. Bugün Maratasa suyunun en büyük hissesi 24 saati aşmıyor. Zenginliği atadan gelme, Lefke’nin köklü ailelerinin sayısının günümüzde 8-10 aile civarında oluşu da toprağın ne kadar az sayıda insan arasında bölüşüldüğünün bir başka işareti. Bu ailelerin çocukları için yaptırdıkları konak sayısı ise zenginliğin boyutlarının bir başka göstergesi. Yakın zamanlarda, Lefke kent merkezinde, Turizm bakanlığı tarafından koruma altına alınan Osmanlı mimarisi tarzında yapılmış konak sayısını 23 adettir ve kent merkezi dışında ayni özellikleri taşıyan daha birçok bina bulunmaktadır. Bazı araştırmacılar, Osmanlı mimarisini yansıtan konağın Lefkoşa’dan sonra en çok Lefke’de bulunduğunu söylemektedirler.

20 yüzyılın başlarında Lefke’de sosyal sınıflar hiyerarşisinin daha alt basamakları ise buraya kadar anlatılanların tam tersidir. Az sayıda esnaf ve zanaatkar dışında geri kalan Lefkeli’lerin büyük çoğunluğu topraksız bahçe işçileridir. Bu fakir insanlar topluluğu kasabanın zenginliği ile tam bir zıtlık oluşturmaktaydılar. Zenginleri ve zenginlikleri ile ünlü Lefke’ye, sosyo ekonomik yapısından habersiz dışarıdan gelenleri hayrete düşüren bu durumu en güzel betimleyen örneklerden biri 1920 de Doğru Yol gazetesinde yayınlanır (H.Fedai). 1920 de Lefke’ye gelen Doğru Yol Gazetesi muhabiri Lefke’de gördüklerini gazetesinde gezi notları halinde yayınlamış. Ziyaretçi’nin ilk gözüne çarpan yeşillikler içerisindeki Lefke’nin olağan üstü güzelliğidir. Çamlıköy’den Lefke’ye gelirken gördüğü manzara karşısında o kadar etkilenmiş ki gördüklerini şiirsel bir dille ifade ediyor. ‘Bir iki tepe geçtikten sonra Lefke, sabah sisleri içinde tüllere bürünmüş ve gerdan-i simine (gümüş gerdanına) iri mercanlar takarak yemyeşil yastığına ittika etmiş (yaslanmış) bir nazenin sabahat ve taravetiyle (güzellik ve tazeliği ile) arz-ı didar etti (göründü). Lefke’nin vasi (geniş) bahçeleri arasında görünen nim- beyaz (yarı beyaz) evler, insana bir güvercin kümesi oldukları zehabını (sanısını) veriyordu. Ötede beride semalara ser çeken (uzayan) servilerle çınarlar gelen misafirleri istikbal (karşılama) için hal-i kıyamda (ayakta) oldukları görülüyordu. Bu kadar letafet-i mevkiyeye (doğal güzelliğe) malik olan Lefke…’Güzelliği ile ünlü kasabanın içerisine girildiğinde ise büyü bir anda bozuluveriyor. Muhabir bu sefer Lefke’ye girerken yazdıklarının tam tersini yazmak zorunda kalmış. Yine ayni yazarın kaleminden 1920 Lefkesi’nin içi şöyle anlatılıyor. ‘…

Lefke Belediye İdaresi de halka teşkilat ve tertibatıyla rehberlik etmeye muaffak olamamıştır. Kasabalarının daha muntazam ve mamur olması için ya hiç düşünmemişler ya da düşündüklerini uygulamaya koyamamışlar… Lefke sokaklarında birkaç fener görülür . Fakat geceleri karanlık(1). Mahallelere henüz isim verilmemiş(2). Lefke’de ne bir lokanta ne de bir otel var. Bulunan hanların birkaçar odası bulunuyorsa da bunlarda yatak olmadığından geceleri yerde yatmağı göze aldıranlar kalabilir. Hanların ortasına yığılan gübrelerin rahatsız edici kokuları kasabanın sıhhati için büyük bir tehlike teşkil eder. Dükkanlarda olduğu kadar kahvehanelerde de temizliğin eseri görülmüyor . Burada silmek ve süpürmek sanatı galiba ma’lum değildir…’ Şüphesiz bu sorunların önemli bölümü beledi tedbirlerle çözülebilirdi. Ancak Doğru Yol muhabiri, ‘…Lefke, her nevi mahsulden belediye namına bir yüzdelik alınsa ve iyi kullanılsa pek az bir zaman içinde Ada’nın en zengini olur. Özellikle ürünlerinin hiç birinin resmi vergisi (aşır-ı resmi) yoktur…’diyor. Yani belediye maddi açıdan berbat bir durumdadır. Hangi belediye başkanı güçlerinin doruğunda iken büyük toprak sahiplerini ‘haraca’ bağlayabilirdi ki ? Vergi almak bir yana, tam tersine almama yönünde karar bile alınmış. Her türlü tüketim maddesi üzerinden alınacak ‘çarşı resmi’ adı altındaki vergileri düzenleyen 1 Mayıs 1909 tarihli Belediye Meclisi kararı, dışarıdan getirilip Lefke Belediyesi sınırları içinde satılan tüm ürünlerden çarşı resmi alınmasını karara bağlarken, Lefke’de üretilen her türlü mahsulden bu verginin alınmayacağını belirtmektedir. Lefke Belediyesi’nin önemli gelir kaynaklarından olan ‘kantar resmi’, 1923-1929 yılları arasında bir artış göstermiyor. Toplam gelir içerisinde  yaklaşık % 10 yer tutan bu vergi zaman zaman % 30 civarında düşüyor(3). Kantar resmi daha çok Lefke çarşısından ve alçı ocaklarında yapılan üretimden elde edilmektedir. Pendaya limanından(4) ihraç edilmekte olan narenciye ürününden kantar resmi alındığına dair hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Rakamlar da bize ihraç edilen üründen kantar resmi alınmadığını göstermektedir. İşte CMC’nin bölgede faaliyete başladığı yıllarda, Lefke’nin sosyo-ekonomik yapısını genel olarak böyle ifade edebiliriz. 1930’da Kıbrıs’ta siyaset tıkanırken, devlete karşı en ciddi muhalefet odaklarından birini örgütleyen Lefke’nin büyük toprak sahiplerinin içerisinde bulundukları durumu daha sonra yeniden ele alacağız.

..VE CMC 

1916 yılından itibaren etkinliği giderek artan CMC, zorunlu olarak birçok güç odağı ile karşı karşıya gelir. Bu güç odaklarının başında da Lefke Belediyesi gelmektedir. Son olarak kantar vergisinde kalmıştık, kantar vergisi ile devam edelim; Gelirlerinden de hemen anlaşılacağı gibi, Lefke belediyesi, CMC’den de herhangi bir kantar vergisi alamamış. Çıkardığı madenin büyük kısmını deniz kenarında inşa ettiği havuzlarda depolayan CMC, 1924 yılı boyunca 30 gemilik maden ihracatı yapar (Lavender, s187). Bu rakam ilerleyen yıllarda gittikçe artar.

1927 de CMC toplam 1.257.132 ton maden üretimi yapar ve bu miktarın 225.000  tonu gemilere yüklenip ihraç edilir (Lavender, s 231). CMC’nin üretimi ile ilgili rakamları daha sonra ele alacağız ancak 1930 öncesinde CMC’nin yatırımlarının toplamının  2.000.000 Sterlin civarında olduğunu ve buna karşılık Lefke Belediyesinin yıllık bütçesini 300 KL’i zor bulduğunu düşünecek olursak, uluslar arası dev tekellerin ülke ekonomisine katılarından bahsetmenin saçmalığı da ortaya çıkar. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri de Lefke Belediyesi ile CMC arasındaki ilişkilerdir. CMC’nin yarattığı istihdam ile çok kötü durumdaki Kıbrıs ekonomisine önemli katkılar sağladığını söylemek hiç de doğru değildir. Alternatif üretim alanlarının gelişiminin engellenmesi bir yana, var olan üretimin de sistemli bir şekilde yok edildiği bu dönemde, CMC’nin çalışma bölgesi içerisindeki yerleşim alanlarına, maden çıkarma faaliyetlerini düzenlemeyi amaçlayan yatırımlar dışında herhangi bir katkısının bulunduğunu söyleyemeyiz. 1916 da 350 işçisi bulunan şirket, özellikle 1926 dan sonra hızla büyüyerek işçi sayısını 1930 öncesinde 1800’e çıkarırken, ayni zamanda Lefke’nin nüfusunu da yaklaşık olarak ikiye katlamış oluyordu. Oysa elimizdeki 1923-1930 yıllarını kapsayan Lefke Belediyesine ait gelir ve giderlerini gösteren dökümanlar söylediklerimizde ne kadar haklı olduğumuzun somut delileridir. Belediye kayıtlarına göre,  gelirler toplamı, 1923 de 284 liradır. Bu rakam 1924  ve 1926 da 258, 1927 de 268, 1928 de 285 ve 1929 da 302 lira olarak gerçekleşmiş. Ancak hemen belirtelim  1928 ve 1929 daki gelir artışının nedeni belediyenin içine düştüğü kötü durumdan kurtulabilmek için koyduğu yeni vergiler sayesindedir. 1926-27 yılları bütçesine koydukları esnaf vergisi ile gelirin % 10 kadar artışını sağlayıp durumu kurtarmaya çalışmışlar.

Bütün bunların yanında, gelirleri hızla düşen belediye birçok masrafını kısmasına rağmen yine de bütçesini denkleştiremez ve borçlanmak zorunda kalır. Belediye’nin, 1926 yılına kadar 7 lira civarında olan düzenli borç taksitleri, bu tarihten sonra 28 liraya çıkar.

Lefke Belediyesi ile CMC arasındaki çatışmanın en belirgin olduğu konulardan biri de akaryakıt vergisidir. Devletin, belediyelere verdiği en önemli gelir kaynaklarından biri olan bu vergiyi toplayabilmek için, belediye önce satışı kontrol altına almak zorunda idi. Bu amaçla,  3 Nisan 1900 de resmen faaliyete başlayan Belediye Meclisi, evrakları için kasa alacak para bulamayacak kadar kötü durumda olmasına rağmen 22 Mayıs 1900 de, akaryakıt ambarı ve salhane inşaası için harekete geçer. Yine belediye kayıtlarından öğrendiğimize göre, belediyelere bu hak 5 Mayıs 1900 de çıkarılan özel bir kanunla verilmiş (712 numaralı gaz yağı ambarı nizam-ı mahsusu ). Bu yasaya göre hiç kimse 30 okkadan daha fazla gazyağını belediye deposu haricinde bulunduramazdı.

Belediyenin gelirlerinin yaklaşık %90’a yakın bir miktarını oluşturan dört büyük kalemden biri olan bu gelirden zaman zaman gaz yağı ve kibrit ambariyesi olarak da bahsedilmektedir. Gelirin büyüklüğü, belediyenin bu konuda itina göstermesine sebep olur ve 1920 de yeni bir akaryakıt ambarı yapılır (26 Eylül 1920 de bu iş için Kıbrıs Hükümetinden 23 Lira 12 şilin 6 kuruş borç alınmış). 1924 den sonra Karadağ’da maden aramaya başlayınca, CMC’nin, Karadağ’da bulundurduğu akaryakıt için vergi vermesi gündeme gelir. 15 Ocak 1927’de Lefke Belediyesi, CMC müdürüne bir mektup göndererek, Karadağ’da kullanılan akaryakıtın miktarının kendilerine bildirilmesini ve vergisinin ödenmesini talep eder. Ancak CMC’den para koparmak hiç de kolay değildi ve iş avukatlık olur. 16 Şubat 1927 de Belediye Meclisi, CMC nin avukatı ile akaryakıt konusunu görüşmek üzere Lefkoşa’dan bir avukat tutma kararı alır. Bununla da yetinmeyen belediye, durumu açıklığa kavuşturmak ve kararlılığını göstermek için ayni gün akaryakıt vergilerini düzenleyen bir dizi karar alır. Bu kararlara göre Lefke Belediyesi sınırları içine petrol getiren herkes getirdiği petrol’un her tenekesi için iki kuruş on para vergi verecek ve 30 okkadan fazla petrol’u belediye ambarında bulunduracaktı. Yine ayni kararlara göre, Lefke Belediyesi sınırlarına izinsiz petrol sokulursa, belediye bu petrol’a el koyacaktı. Sanırım belediyenin bu kararları alma nedeni son cümlede gizlidir. Çünkü alınan kararların hemen hepsi zaten yüzyılın başından beridir uygulanmakta olan kanun hükümleriydi. Yani aslında Lefke belediyesi, CMC’yi, vergisini vermezse petroluna el koymakla tehdit  ediyordu.

1927 yılına kadar belediyeye hiç vergi vermeyen CMC gibi bir mali devin, küçük bir taşra belediyesinin kurusıkı tehditlerinden yılacağı düşünülemezdi ve öyle de oldu. 30 Nisan 1927 de Lefke Belediye başkanının CMC müdürüne gönderdiği mektuptan, CMC’nin o güne kadar hiçbir yazıya cevap bile vermeye tenezül etmediğini anlıyoruz. Nihayet 18 Mayıs 1927 de CMC kendisinden talep edilen miktarın ne kadar olduğunu sorar ve 21 Mayıs 1927 de borcu olarak hesaplanan 3 lira 12 şilin 3 kuruşluk çeki belediyeye gönderir. Araya hangi hatırlı kişilerin girip CMC yi ikna ettiklerini bilmiyoruz, ama sorunun bu kadarla çözüldüğünü düşünenler yanılmışlar. 18 Ekim 1927 tarihinde, Belediye, CMC den 1 Mayıs 1927 tarihinden itibaren Kradağa gönderdiği petrolun miktarını sorar. Yani CMC inadına bildirim yapmamaya devam etmektedir. 2 Kasım 1927 de ise Belediye başkanı gönderdiği bir başka mektupla henüz cevap almadılarından sitem etmektedir. Ve 3 Kasım 1927 de Lefke Belediyesi, CMC yi Lefkoşa Komiserliğine şikayet eder.

Belediyenin CMC yi devlete şikayet mektubunu aynen aktarıyoruz.

“Lefkoşa Komiserliği canibi alisine,

Efendim,

Skuriyotissa Amerikan Maden Kumpanyasının Belediyemiz hudutları dahilinde bulunan Kara Dağa celb ve istihlak ettiği (getirip kullandığı) petroller için mevkii mezbure (adı geçen yere) ayrıca Kumpanya bir ambar inşa ederek Belediyemizin Gaz ambarını nazarı itibare almayarak celbettiği (getirdiği) petrolleri oraya iddihar (biriktirme) ediyor. Bu hususta Lefke Belediyesi mütezarrir oluyor (zarar görüyor). 15 Ocak 1913 tarihli Ceridei Resmiyenin 33. sayfasında münderiç (kapsamlı) Lefke Belediyesinin Gaz hakkındaki Nizamımızın 21, 22, 23.ncü maddelerine mugayir (uygunsuz) bulunduğunu. Nizamımızın Kumpanyayı müstesna kılmadığını arz eder ve bu hususta bendenizi lütfen tenvir buyurmanızı (onaylamanızı – iştirak etmek) istirham eylerim efendim”

(1). Lefke Belediyesi kayıtlarının 1909-1922 yıllarını kapsayan bölümü ne yazık ki eksiktir. 1900 deki kayıtlarda Haralambo Yanni 15 şilin maaşla fenerci ve süpürgeci olarak işe alınmış (2 Ekim 1900). Işıklandırmaya verilen önemden olacak, 13 Aralık 1902 de fenercinin maaşına zam yapma gereği duyulmuş (iki buçuk şilin zam yapılmış). Bu durum Lefke’deki ışıklandırmanın arttığının göstergesidir. Öte yandan süpürgeci ve fenercinin vazifesi’ni düzenleyen 23 temmuz 1908 tarihli Belediye Meclisi kararına göre ; İş güneşin doğuşu ile başlar, saat 10 da (kuşluk vakti) yarım saat istirahat hakkı vardır, öğle bir buçuk saat istirahatten sonra gece saat 9’ a kadar (21.00) iş devam eder. Saat 21.00 de fenerler yakılır ve bir saat sonra çarşının ‘yukarı kısmındaki’ fenerler tekrar kontrol edilir. Fenerlerin yakılmadığı geceler ise iş saat 11.00 de sona erer. Bu karardan da anlaşılacağı gibi, 1908 de, Lefke’de fenerler her gece yakılmamaktadır. 12 Mayıs 1909 da ise fenerci ve süpürgeci olarak Hilmi Süleyman 1 Lira 10 şilin maaşla göreve alınmış. Lefke Belediyesinin gelirlerinde, 1901 den sora sürekli bir düşüş vardır, buna bağlı olarak gider kalemleri de düşmektedir ancak ışıklandırmanın 1910 yılına kadar sürdüğünü biliyoruz.

Yukarıda, Doğru Yol gazetesi muhabirinin belirttiğine göre, 1920’de ise Lefke’de sokak ışıklandırması mevcut değildir. 1910-1920 arası dönemde belediye bütçesine ilişkin elimizde mevcut tek belge 1918 yılının son altı ayını kapsayan bilançodur. Bu bilançoda sokak ışıklandırması ile ilgili bir gider kaleminin bulunmaması, Doğru yol gazetesini destekleyen bir kanıttır. 1922-23 bütçesinde ise giderlerin önemli bölümü temizlik ve ışıklandırmaya ayrılmış (%52). İlerleyen yıllarda temizliğe ayrılan miktar düşerken, ışıklandırma harcamaları önce artmış sonra yavaş yavaş düşerek belirli bir rakamda kalmış. 1923- 64 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 211924- 71 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 231926- 68 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 271927- 64 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 251928- 51 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 181929- 60 lira, toplam bütçe içerisindeki yüzdesi ; % 20

Rakamların bu şekilde sıralanması büyük ihtimalle CMC nin bölgede yarattığı istihdam ile doğrudan ilişkilidir. Hızla artan nüfus güvenlik sorunlarını da beraberinde getirir. Özellikle çarşı bölgesinin ışıklandırılması bir zorunluluk haline gelir. Bu iş için gerekli altyapı yatırımı önce rakamların yıllara göre artışına neden olurken yavaş yavaş yeterlilik sağlanıp 60 lira civarında sabit bir düzeyde kalmış. 1927-1928 yıllarında görülen düşüş, belediyenin o yıllarda içine düştüğü mali sıkıntıdan kaynaklanmaktadır.

Paylaşın:
Objektif, tarafsız, şeffaf, hakaret olmadıkça her görüşe saygılı olmaya çalışıyoruz, sağı solu olmadan bütün siyasi haberlerinizi yayınları...
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj Gönder
Merhaba, yayınlanmasını istediğiniz mesajınızı bize iletin, yayınlayalım.