Dolar 32,2672
Euro 34,7462
Altın 2.398,21
BİST 10.247,75
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
İstanbul 18°C
Az Bulutlu
İstanbul
18°C
Az Bulutlu
Cum 17°C
Cts 20°C
Paz 18°C
Pts 20°C

HÜSEYİN OKUMUŞ YAZDI: UĞUR MUCU

HÜSEYİN OKUMUŞ YAZDI: UĞUR MUCU
23 Ocak 2022 20:22 | Son Güncellenme: 23 Ocak 2022 20:30
294

HABERMAX.Toplumsal kimliği olan bir yazarın, yazar olarak anılması, yazdıklarının her dönem geçerliliğini korumasına bağlıdır. Herkes yazabilir ama toplumun yazarı olmak için “herkes adına” yazması önemlidir. Halkının sorunlarını dile getiriyorsa, kişiselleştirmeden kendisini soyutlayarak toplum adına konuları irdeliyorsa, doğru kanıtlarla objektif değerlendirmelerle sonuca varıyorsa, araştırmacı ve sorgulayıcı olabiliyorsa, okuyana yorum yapma hakkını tanıyorsa, İşte odur toplumun yazarı.Uğur Mumcu 28 yıl önce katledildi: Vurulduk ey halkım, unutma bizi!


Gelecekteki olası riskleri sınırlamadan yazan, yazdıklarıyla okuyucuya olayları yaşatan, geçmişle gelecek arasındaki köprüyü yıpratmadan kullanan kişidir o yazar. Yazarlığında güncel olaylar sadece fırsatlar yaratır ama onu ilgilendiren, güncelliğin geleceğe yansımasıdır. Geliştirdiği yorumlarda, elindeki belgeler konuşur. Söylenenler değil, sunulanlar değil, somut gerçekler onun silahıdır. Her olayı tepeden izler, kalabalıkların arasına sızmaz, sızarsa söylentilere teslim olur. Tepeden izlerse saklananları da yakalar. Hiçbir bağlantıyı mensubiyeti sevmez, bağımsızlık ruhunun ve yaratıcılığının anahtarıdır. Ele aldığı konularda doğa ve çevre varsa, doğanın bizzat kendisidir gözlemlediği; konu sağlık ise bilim dünyasının önerileridir rehberi; eğitim de ise okullardaki kara tahtadır gözlemlediği; siyaset gündeminde ise halkın sesidir işittiği. Ne milletvekiliyle kavgalı olur, ne de bir başkasına tutsak olur. Özgürlük, insan hakları ve bağımsızlıktır önceliği.
Tanımladığım toplumun yazarı, Uğur Mumcu da vücut bulmuştu. Laikti, demokrattı. Bilim insanıydı, özgürlükten yanaydı, İnsan haklarını korumanın yolunun barıştan geçtiğini bilirdi. Hukuka saygılı bir hukukçuydu. Tek başına gerçeği yakalayan bir orduydu. Yazdıklarında konuşmalarında binlerce kişiyi tek bir yorumda toplayabilir ve binlerce kişiyi karşısına alabilirdi. Sonra da üstün zekasıyla karşısında olanları, arkasına sıralayabilirdi. İşte bu yüzden Uğur Mumcu oldu.
Kendisini tanımlarken, vazgeçilmez değerlerini, algıladığımız gibi tanımlıyordu:
“ Ben Atatürkçüyüm… Ben, cumhuriyetçiyim… Ben lâikim… Ben antiemperyalistim… Ben tam bağımsız Türkiye’den yanayım… Ben insan hakları savunucusuyum… Ben, terörün karşısındayım… Ben, yobazların, hırsızların, vurguncuların, çıkarcıların düşmanıyım.”
Bu tanımlama Uğur Mumcu’nun, kitaplarının yazılarının konuşmalarının tam bir özetiydi. Tarafsız, bağımsız, zamana rakip olan, çalışmaya doymayan, araştırmalarında, kuşkularını belgelerle aydınlığa kavuşturan bir kalem sahibiydi. O’nun yükselen bayrağı gerçeklerdi. Mumcu, bugün yaşıyorsa, söylemlerinin, yarınlara uyarılar olduğunu anımsayın. Yazdıklarını, “Niçin, Neden, Acaba doğru mu?” sorularının yanıtlarında inşa etmişti.
Uğur Mumcu’yu fakültede öğrencilik yıllarımda İdare Hukuku asistanı olduğu dönemde tanıdım, Kurpratiklere gelirdi. Sadece kendi sınıfımızdakiler değil, başka sınıflarda olanlar da derslere katılırdı. Çünkü fıkralarla süslediği anlatılarından herkes, bir bilgi kazanır ve arada yükselen kahkahalarla keyifli bir saat geçirilirdi. Daha sonra bir yazar olarak düşüncelerinden yararlandım, bilgilendim yorumlarından esinlendim. “Uğur Mumcu der ki…” diye başlayan cümlelerimde, bir öncünün öğütleri, bir ustanın esinleri vardır.
24 Ocak suikastı bir değeri aldı götürdü bu dünyadan, ama bugün onlarca yazı, onlarca uyarı, onlarca öneri, binlerce sayfanın içinde yorumlanmayı bekliyor. Öyle bir derya ki yazdıkları, ülkemizin yükselmesinde adeta bir rehber, ulusalcılığın yurtseverliğin alfabesi olmuştur. Dinin korunmasında Cumhuriyetin devamında bilimsel gerçekliğin eğitimde örgütlenmesinde yol göstermiştir. Sözgelimi FETÖ yapılanmasındaki stratejinin izlerini yakalamış, kerelerce siyaseti ve devleti uyarmıştı. Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde 11.6.1987 tarihli yazısında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplam personel sayısının 45 bin dolayında olduğunu, bu personelin yarısının da sadece ilkokul diploması bulunduğunu belirtmiş ve şunları yazmıştı:
“Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun 4.maddesı din adamı yetiştirmek için ayrı okullar kurulmasını öngörmektedir. İmam – Hatip liseleri, İlahiyat Fakülteleri ve Yüksek İslam Enstitüleri din adamı yetiştirmek amacıyla kurulmuşlardır.
Son yıllarda İmam – hatip liselerini bitirenlerin sayılarında büyük artış oluyor. Ancak imam – hatip mezunları eğitim gördükleri din eğitimi ile ilgili alanda değil, başka görevlerde sorumluluk üsleniyorlar.”
İlerleyen satırları okuduğunuzda Mumcu’nun öngörülerinin bugüne nasıl gelindiğini de anlatıyor. Türk halkını bakın nasıl uyarıyor:
“Bir yandan imam kadroları, hiçbir sınav yapılmaksızın ilkokul mezunlarına teslim ediliyor, öte yandan İmam hatip liselerini bitirenler başka alanlarda görevlendiriliyorlar. Savcı oluyorlar, yargıç oluyorlar, mimar oluyorlar, mühendis oluyorlar, bakanlıklarda daire başkanı ve genel müdür oluyorlar.
Bu bir rastlantı mıdır? Hayır. Bu düpedüz bir kadrolaşma eylemidir.
O zaman Türk İslam Sentezi ideolojisinin, orta öğretimde, üniversitelerde, ticaret odalarında, bakanlıklarda bu kadar yayılmasına neden şaşırıyorsunuz? Adamlar, kadrolarını kurmuşlar, işlerini tıkır tıkır yürütüyorlar…..” diye devam ediyor eleştirilerine.
Artık yanıtını bildiğimiz o yazısında Uğur Mumcu’nun sorusu bugün daha da anlam kazanıyor:
“Bu uzun vadeli eğitim ve bürokratik yerleşim projesini kimler planlıyor?”
15 Temmuz sabahı kendi yurduna kendi insanına bomba atan zihniyeti de bilmiş ve yönetenleri uyarmıştı. Tarikatlarla ilgili yaptığı tartışmalarda şu sözleri yıllar yılı söylendi ama anlaşılması için yaşanması lazımdı ve oda oldu.
“Cemaatlere, tarikatlara giren çocuklar 30 sene sonra general olacaklar, Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar.”
Zamanında Mumcu’nun uyarılarına kulak tıkayanların kaçta kaçı acaba 15 Temmuz darbe girişiminde özeleştiri yaptı? Pek sanmıyorum.
Bizler bugün terör için ne düşünüyorsak O’da, “insan hakları” adına terörü haklı gösteren bir tek satır dahi yazmamıştı. Uğur Mumcu, emekli Oramiral Kemal Kayacan’ın bir terör örgütünce evinde kurşunlanarak öldürülmesi üzerine 7 Ağustos 1992 de şu satırları kaleme almıştı:
“Terör, cinayetlerin en acımasızıdır, yaşama hakkını sinsi ve hain pusularla yok etmek, insanlık suçudur. Bu suça hep birlikte karşı çıkmazsak, toplum olarak bundan sonra işlenecek bu tür cinayetlerin de ister istemez ortağı oluruz. Böyle ortamlarda suskunluk da bir suçtur, suç değilse utanç verici bir ayıptır; ayıp değilse demokrasi ve insan hakları adına yüz kızartıcı suçtur.”
Bugün, öngörüsüz bilim dışı alınan yanlış kararlar yüzünden yaşadığımız ekonomik krizin gerekçesi, “NAS böyle diyor” diye açıklanmıştı. İlk NAS gerekçesini duyduğumda Uğur Mumcu’nun sıklıkla dile getirdiği İslam Bankerlerini anımsadım. 28 Kasım 1992 tarihinde Cumhuriyet Gazetesindeki köşesinde “İslam Bankerliğinin bir “Suudi kapitalizasyonu” olduğunu yazan Mumcu, şunları kaleme almıştı:
“İslam Bankerliği ‘hile-i şerriye’ yoluyla ‘faiz’in adını ‘gelir ortaklığı’ ya da ‘kar payı’ diye değiştiriyor.
Kısa adı “Rabıta” olarak bilinen Suudi kökenli ve “Aramco” adlı ABD – Suudi ortak Petrol şirketiyle destekli “Dünya İslam Birliği’ de, “paralarınızı bize yatırın” diye fetva çıkarıyor.
Bu, bir din sömürüsüdür.”
Uğur Mumcu bu yorumundan sonra yazısına şöyle devam ediyor:
“Bugün bölgemizde, “petro – dolar egemenliği” yaşanıyor. Suudi Arabistan kökenli şirketler de bu egemenliğin parçasını oluşturuyor.
Atatürk ve laiklik düşmanlığının ardında da gücünü petrol kuyularından alan bu egemenliğin çıkar düzeni yatıyor.”
Evet sevgili okurlar, Uğur Mumcu’nun dediği gibi Suudilerle başlayan ilişki bugün Ortadoğu’daki diğer ülkelerle birlikte devam ediyor.
Uğur Mumcu’nun şu anda yaşadıklarımıza yanıt olacak bir özeleştirisi var. Cumhuriyet Gazetesinde 20 Mayıs 1988 de kaleme aldığı bir yazısındaki şu değerlendirmeyi hepimizin paylaşması gerekmez mi?
“Atatürk’ün izinde olsak,” diyor Mumcu, “Türkiye hiç bu koşullarda olur muydu? Atatürk’ün izinde olsak Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarındaki ‘Duyunu Umumiye’ örneği gibi ağır borçlar altına sokulur muydu? Atatürk’ün izinde olsak ülkemiz askeri, mali ve siyasi ipotekler altında yaşatılır mıydı? Kim cesaret edebilirdi Atatürk döneminde bu gibi işlere? Nasıl izindeyiz Atatürk’ün? Nakşibendi Tarikatı’nın sakallarını sıvazlayarak mı?”
Ben bu usta gazeteciyi, kişisel değerlendirmelerimle anlatmak bana yayıncılık hayatımdaki katkılarını aktararak O’nun görkemli yazar dünyasını sınırlamak istemiyorum. Yazdıklarından bugün için önemli olan birkaç değerlendirmesini aktarmakla yetiniyorum.
Uğur Mumcu, bugün yaşasaydı hangi konuları ele alır, hangi olaylara hangi kararlara tepki gösterirdi?
Cumhurbaşkanlığı sisteminin getirdiği bütün kararlar, kuşkusuz yazılarında eleştiri konusu olurdu. Ancak en fazla zamanın hükümetinin de katıldığı 28 Şubat Milli Güvenlik Kurulu kararlarını “laiklik” adına destekler, Kurul’a katılan şu anda seksen yaşını aşan yurtsever yiğit komutanların cezaevlerinde kalmasına isyan ederdi. Hukukçuları adil olmaya gerçekleri savunmaya çağırırdı. Ülkenin güvenliği ve geleceği için bir araya gelip WhatsApp yazışması yapan, varlıklarıyla gurur duyduğumuz emekli amirallerin uğradığı hukuk skandalı için aylarca yazmaktan bıkmazdı.
FETÖ bağlantılı yargıçlar için, “ben sizi uyarmıştım değil mi” diyerek başlardı yazısına.
Tarihin dokunulmaz kararlarına Lozan anlaşmalarının gerçeğe aykırı yorumlarına karşı ateşli yazılarıyla ders verirdi, Kıbrıs konusuna, Egedeki kıta sahanlığı tartışmalarına ve Ege adalarının birer birer elden gitmesine sessiz kalanlara hak ettikleri yanıtlar, yazılarının başlıca konusu olurdu. İstanbul Kanalını duysaydı, böyle bir kanalın ülkenin geleceği adına olamayacağına dair düşünceleri tepkileri sadece köşesinde yer almaz, bu konuda bir kitap dizisi hazırlardı.
TBMM kararıyla 98 yıl önce kaldırılan hilafeti destekleyen, “Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş. İslam adına istiyoruz” diyen “sözde hocaya”, kamuoyunun nabzını yoklamak için bu isteği O’na söyletenlere kimbilir ne yanıtlar hazırlardı. Hilafeti özleyenlere vereceği yanıtlar, destekleyicilerini bile utandırırdı..
Eğer yaşasaydı bugün, Osman Kavala’nın yanında yer alır, bağımsızlık özgürlük adına, hukuksuzca haksızca sürdürülen tutsaklığına, karşı çıkardı. Çünkü o bağımsızlığı önceleyen bir felsefenin temsilcisiydi.
Unutmayacağız seni sevgili Uğur Mumcu, yeni Uğur Mumcular yetişiyor ülkende. Kalemi silah olan bu ülkenin yurtsever yiğidi ışıklar içinde uyuyabilirsin.. Çünkü bir gün yeniden uyanacaksın.
“Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi… Bir gün sesimiz hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım unutma bizi…”

Uğur Mumcu’yu saygıyla anıyor hepinize iyi bir hafta diliyorum.
Hüseyin Okumuş

Paylaşın:
ETİKETLER: , ,
Objektif, tarafsız, şeffaf, hakaret olmadıkça her görüşe saygılı olmaya çalışıyoruz, sağı solu olmadan bütün siyasi haberlerinizi yayınları...
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

Mesaj Gönder
Merhaba, yayınlanmasını istediğiniz mesajınızı bize iletin, yayınlayalım.