AHA.Beyin tümörü ameliyatlarının stresiyle yüzleştikten sonra, Kurguladığı hayali dünya ve betimlemeleriyle çocuk masalları yazan, Amatör fırça darbeleriyle hayallerini çizen, İz bırakacak eserlerle yaşam yolculuğunda soluksuz yol alan beyin ve sinir cerrahisi uzmanı Ömür Günaldı ile hastane koridorunda başladı söyleşimiz.
Merhaba, Ömür Günaldı Kimdir?
– Artvin ilinin Çoruh nehri kenarında kurulan dağlar arasındaki şirin bir köyde doğmuşum. İlköğrenimimi köyde tamamladım. Öğretmenim ise babamdı. Liseyi o zamanki adıyla Kazım Karabekir Lisesi’nde okudum. 1994 yılında girdiğim ilk üniversite sınavımda oldukça başarısız olmuştum. Babam, sınavda yapmış olduğum net sayısını soran öğretmen arkadaşlarına utancından söyleyemediğini dile getirdi. Hayatımda hiçbir şey bana bu kadar ağır gelmemişti. İşte o an karar verdim doktor olmaya ve babama da hedefimi söyledim. “Baba göreceksin, bundan sonra öyle çalışacağım ki tıp fakültesi kazanıp doktor olacağım” dedim. Babam da evveliyatımı bildiği için “İnşallah” dedi inanmıyormuş gibi başını yana eğerek. Ama ben gerçekten de deliler gibi çalışıp tıp fakültesi kazandım ve o günden sonra daima kendimi birilerine, özellikle de babama kanıtlamak için uğraştım. Daha doğrusu uğraşmışım. Bunu sonradan anladım. Hayatımın aşkı ve en büyük destekçim olan biricik eşim ile de üniversite son sınıfta tanıştım. Tıp fakültesi bitti, doktor oldum ama kendimi kanıtlama derdim bitmedi. Ne doktorusun diye soranlara bir cevap vermeliydim. Nöroşirürji ihtisası yaparken uzmanlarını ve asistanlarını böcek yerine bile koymayan narsist bazı hocalarla tanıştım ve çalıştım. Gerçekten iyi olan hocalarımı tenzih ederim. Bu sefer kendimi öyle narsist ve kibirli insanlara ezdirmeme ve onlar gibi olmama derdine düştüm. Böylece akademik hayatım başladı. Bu yolculukta bana yol gösteren kıdemlim Dr. Bekir TUĞCU ve bu yolda bana destek olan kıdemsizim Dr. Osman Tanrıverdi’ye teşekkür etmeliyim. Uzun uğraşılar sonrasında 2016 yılında doçent oldum. Artık rahata erdim derken bir de baktım ki idealim kalmamış. Derin bir boşluğa düştüğümü fark ettim. Masal yazmaya ve resim yapmaya bu boşluk esnasında başladım ve boşluğu bu şekilde doldurdum.
Çocuklar ile erişkinler arasındaki en önemli fark nedir?
-Hayal gücü. Bu yüzden masal okumayı ve dinlemeyi çok seviyorlar. Kendimi onların yerine koyarak yazıyorum. Masal yazmak biliyorsunuz ileri düzey hayal gücü gerektirir. Abarttığımı düşünmeyin ama hani süper kahramanların süper güçleri vardır ya, işte bana göre hayal gücü aslında bir süper güçtür bana göre. Çocuklar bu güce sahipler. Her şey önce hayal ederek başlar. Hayalleri olmayan insanlar başarılı olamazlar, bu güçten yoksun toplumlar gelişemezler.
Çocukların hayal güçleri o kadar derindir ki okurken ya da dinlerken gerçek gibi yaşarlar masalları. Masal okumadıkları zaman bile sürekli hayal kurarlar. Hayallerini gerçek hayatla özdeşleştirirler. Bu yüzdendir korkuları da biz onları anlayamayız. Ne var ki bu çocuklar büyüdükçe hayal güçlerini de kaybederler. Kaybetmek zorunda kalırlar ya da erişkinler tarafından kaybetmeye zorlanırlar. İşte ben buna karşı koymak, bunu engellemek istiyorum. Sonradan fark ediyorum ki bu direnişe kendi çocuklarımla başlamışım. Şimdilerde erişkin yaşama adım atmakta olan çocuklarım Rana ve Emre henüz okuma yazmayı dahi öğrenmemişken neredeyse her akşam onlara masal okuyordum. Onlar bitmek tükenmek bilmez bir istekle okuduğum masalları dinliyor ben ise bitmek bilmeyen sabırla onlara tiyatral bir ses tonuyla okuyordum. Onlar aynı masalları defalarca dinlemekten bıkmıyorlardı ama ben aynı masalları defalarca okumaktan sıkılıyordum. Sonra da başlıyordum yaşadığım anıları anlatmaya. Bir süre sonra anılar da tükeniyordu. Sürekli aynı şeyleri anlatmaktan sıkılıyor ve başlıyordum masal uydurmaya.
Masal kitaplarınız ile belki 100 yıl sonrasında çocukların hayatına dokunacaksınız. Bu heyecanlı serüveni anlatın bize.
-Masal uydurma olayı uzunca bir süre devam etti. Bir süre sonra uydurduğum masallar daha akıcı ve içeriği daha uyumlu hale gelmeye başladı. Bunlardan bir ikisini taslak olarak bir köşeye yazmıştım. Onlar öylece kenarda köşede kaldı ve unutuldu. Çocuklar büyürken ben de hekimlik mesleğinde ilerlemeye devam ettim ve akademik hayata atıldım. Akademik hayatta ilerlerken Selen Yayınevi adlı bir yayınevinde basılan bir tıp kitabı ve birkaç bilimsel dergiye editörlük yapma fırsatım oldu. Yayınevi sahibi Seyhan Hanım ile sohbet ederken bir ara konu benim taslak halinde kalan masallarıma geldi. Aslına bakarsanız bu masalları gün yüzüne çıkaracak özgüvenim yoktu da Seyhan hanımın samimiyetine güvenerek bahsetmiş bulundum. O da yazdıklarımı görmek istedi. İçlerinden en beğendiğim masal taslağının biraz elini yüzünü düzelttikten sonra kendisine gönderdim. İşin ilginç yanı, tıp alanında pek çok esere sahip olmama rağmen nedense masalımı gün yüzüne çıkarıp birine okutmak beni çok utandırmıştı.
Böyle ağır bir mesleğin ağır bir alanında kişiliğime oturan bu ağır havaya uymamış gibi geliyordu. Sanki ayıp bir şey yazmış gibi hissediyordum ya da ben kim masal yazmak kim gibi bir şeyler hissediyordum. Gönderdiğim taslak halindeki masalı hem Seyhan Hanım hem de o zamanlar 12 yaşlarında olan kızı Selen okumuş ve çok beğenmişti. Seyhan Hanım masalı basmak istediğini söyledi fakat ben henüz hazır değildim. Üstelik onların da böyle bir şeye hazır olup olmadıklarından emin değildim. Çünkü yayınevi o güne kadar sadece tıp kitapları basmıştı ve bu alanda hiç tecrübeleri yoktu. Çocuk masalı nasıl yazılır, nasıl düzeltilir, nelere dikkat etmek gerekir, hangi yolları takip etmek gerekir? Gibi soruların hiçbirine verebilecek cevabım yoktu. Çocuk yazını gibi hassas bir işi yapmak çok önemli bir sorumluluktu ve iyi bir eğitim gerektiriyordu.
Çelişkiler yaşadınız mı?
– Tüm eğitimime rağmen Türkçe bilgim hayal gücüm kadar ileri değildi. Bütün bu çelişkileri yaşarken masalımın biraz daha toparlanmış halimi kendi çocuklarıma ve başka birkaç çocuğa daha okuttum ve son derece olumlu geri dönüş aldım. Çok heyecanlı bir masal olduğunu ve bir çırpıda okuduklarını söylediler. Birkaç eleştiri yaparak o masalımı geliştirmeme yardımcı oldular. Daha sonra masal kitabımı Kızımın Türkçe öğretmeni ve okul müdürü Hasan Hüseyin Şimşek’e göndererek eleştiri ve katkılarını almak istedim. Ayrıca dil bilgisi yönünden düzeltmesini rica ettim. Aynı şekilde o da masalı çok beğendiğini ve mutlaka basılması gerektiğini söyledi.
İlk Kitabınız ‘Gölgenin Rengi’ nasıl ortaya çıktı?
– İlk kitabımın serüveni bu şartlar altında başladı. Yani “Kara düzen”. Hiçbir eğitim almadan, tamamen etrafımdaki insanların yardımıyla düzenleyerek diyebilirim. Sıra masal kitabının resimlerini çizmeye gelmişti. O zamanlarda bırakın yağlıboya tablolar yapmak, Cin Ali bile çizemiyordum. Pek çok ressam ile görüştüm. Çizmelerini istediğim resimler için çok uçuk ücretler istediler. Tabi bana göre. Emeklerini değersizleştirmek istemem ama benim o kadar para verecek durumum yoktu. Tam bu süreçte oturduğum siteye gelen ve çocuklarıma da resim dersi veren Ressam Vildan hanım’dan resim dersleri almaya karar verdim. Biraz resim çizmeyi öğrenip hem bir hobi edinmiş olurum hem de kitabımın resimlerini kendim çizerim diye düşündüm. Daha ilk derste bu işin çok uzun süreceğini anladım. Vildan hanıma masal kitabım için resim çizip çizemeyeceğini sordum. O da elinde çok fazla iş olduğunu ama onun güzel sanatlarda okuyan bir öğrencisinin çizebileceğini söyledi. Beni tüm kitaplarımın resmini çizen Kerem ile tanıştırdı. İstediği ücret hem diğer ressamlardan daha uygundu hem de bir üniversite öğrencisine az da olsa katkı sağlama fırsatı bulacaktım. O da bu konuda daha önce tecrübe edinmemişti. Çizmesi gereken her şeyi tek tek tarif ederek defalarca düzeltme istedim. Sabırla düzeltti sağ olsun. Böylece zor da olsa ilk kitabım basılabilir hale gelmişti.
Basılan bu kitap tüm eğitimsizliğim, eksikler ve hatalara rağmen çevreden inanılmaz olumlu dönüşler getirdi bana. Akademik anlamda elde ettiğim bunca başarıdan daha fazla önemsemişti insanlar. Bu beni çok şaşırttı doğrusu. Ameliyatlarda insanların beynine dokunabilecek ve müdahale edebilecek kadar önemli bir mesleğe sahiptim ama insanlar masal yazmamı daha fazla önemsemişlerdi. Demek ki çocukların hayatına onların dünyasına dokunabilmek, yönlendirebilmek ve müdahale etmek daha önemliydi. Bu özgüvenle diğer taslakları da kitaplaştırma isteği doğdu bende fakat eğitim almalıydım. İnternetten yaptığım araştırmalar neticesinde Lüset Kohen Fins’in çocuk masalları yazarlığı atölyesine katılarak eğitim almaya karar verdim. Eğitim esnasında Lüset hanımın rastgele çektiği kartlardaki objelerle ilgili doğaçlama bir masal bile ürettim. Bu masal da basılan masal kitapları serimin sonuncusu olarak yerini alacak olan “Sincap ile Fındık ağacı” olacaktı. Eğitim sonunda, basılmış olan ilk kitabımdaki pek çok hata ve eksikliği fark ettim. Sonraki masallarımı buna göre düzenlemeye ve yazmaya başladım. İkinci masalım “Gölgesini Kaybeden Çocuk” ise ilk masalımı düzeltirken şekillendi kafamda. Bundan sonraki masallar genellikle bir önceki masalı yazarken oluşturduğum karakterler ve bu karakterler üzerinden şekillendi. Neredeyse birbirinin devamı gibi ilerleyerek seri haline geldi. Bu yüzden çocuklara masallarımı sırasıyla okumalarını öğütlüyorum. Umarım çocuklar yeterince istifade edebilirler.
Cerrahlık, masal yazarlığı ve resim sanatı muhteşem üçleme. Resim yapmak ve masal yazmak tutkusu, sizi nereye götürdü?
-Biraz önce de bahsettiğim gibi ilk masal kitabıma resim çizecek ressam arayışındayken istenen yüksek ücretler nedeniyle kitabı basamama tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştım. Acaba biraz öğrensem kendim çizebilir miyim diye düşünürken ressam Vildan Hanım ile tanıştım. Resim yapmayı öğrenerek hevesli olduğum ama yetenekli olmadığımı düşündüğüm bir sanatı hobi haline getirebilecektim. Vildan hanımdan yaklaşık 2 yıl kadar ders aldım. Bu süreçte resim yapmayı çok sevdim ve masal yazmayla birlikte bende tutku haline geldi. Masal kitaplarımın resimlerini ben çizemedim ama bu sayede boş zamanlarımı dolduran, duvarlarımı süsleyen ve mesleğimin stres yükünü azaltmama vesile olan güzel bir sanat ve hobi edinmiş oldum.
Magazin Derginizin amacı nedir?
-Masal yazmaya, kitap basmaya ve beyin tümörü ameliyatları yapmaya devam ederken yeni açılacak olan Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nin beyincerrahi kliniğini kurmam istendi benden. Ayrıntıları görüşmek için hastanenin başhekimi Doç. Dr. Mehmet Emin KALKAN ile görüşmeye gittim. Hastane bana anormal derecede büyük göründü. Ülkemizin en büyük iki hastanesinden biriydi zaten. Bu hastanede yüzlerce hekim ve sağlık çalışanı olacaktı. Kimse kimseyi uzun yıllar tanımayacak, birbirlerinden haberdar olmayacaklardı. Kim bilir içlerinde hem meslekleri hem de kişisel özellikleri bakımından ne cevherler olacaktı ama belki de yıllarca kimse kimseyi bilmeyecekti. Yazarlar, tiyatrocular, ressamlar, müzisyenler, sporcular, seyyahlar, daha niceleri… Ortak ilgi alanları olan insanlar birbirini tanımalı diye düşünüyordum hep. Yine bir gün masal kitaplarımı basan Seyhan Hanım ile sohbet ederken bu Magazin Dergisi fikri ortaya çıktı. Böylece dergiyi ete kemiğe büründürüp yayınlamaya başladık. Amacımız belliydi. Burada çalışan hekimlerin, sağlık çalışanlarının hem meslekleri ile ilgili hem de kişisel olarak özel ilgi alanlarını keşfetmek ve hem hastaneye hem de topluma tanıtmak olacaktı.
Bir de AR-GE merakınız var. Bahsetmeden olmaz.
-Ülkemizin savunma sanayisinde yakaladığı yüksek yerlilik oranı ve dışa bağımlılıktan kurtulmasının verdiği özgüvene karşın tıp alanındaki yüksek dışarı bağımlılık oranı benim içimi son yıllarda sürekli acıtmaktaydı. İhtiyacımız olan ürünleri kendimiz tasarlayıp kendimiz üretmeliydik. Ele güne muhtaç olmamalıydık. Bu amaçla TÜBİTAK destekli bir projeyi başarıyla tamamlayıp, nöronavigasyon cihazı dediğimiz beyin ameliyatlarında yön bulmamızı sağlayacak bir cihazın ön prototipini bile başarıyla gerçekleştirdik. Yeni hastanemde bu yönde çalışmalar yapmaya karar verdim. Bu hastaneye kim bilir benim gibi kaç hayalperest çalışan gelecek diye düşündüm. Hepsi de alanında başarılı insanlar ve kafalarında yüzlerce fikir ve proje olacaktı. Bu fikirler, ilgili mühendislerle ve üretilmesi planlanan ürünleri sahiplenip pazarlayacak firmalarla bir araya getirilmeliydi. Bunun için uygun ortamlar oluşturmak gerekliydi. Bu düşüncemi başhekimimiz ile paylaştım ve olumlu karşıladı. Şu sıralar hastanenin AR-GE merkezini oluşturmaya çalışıyoruz. Umarım başarılı oluruz.
****
Hey Çocuklar, Ömür Günaldı eğlenceli masallar anlatıyor.
Güzel duygularla yaptığı tablolar duvarları süslüyor.
İşini seven, hastasına ve işine gereken hassasiyeti gösteren, başarılarını, sevinçlerini, hüzünlerini, her şeyini en içten duygularla paylaşan çok değerli beyin cerrahımız, Ömür Günaldı hocamıza sonsuz teşekkürler…