AHA.27 Mayıs hep Demokrat Parti mağduriyeti üzerinden anlatılır. Yargılama’nın biçimi, Adnan Menderes’in ve iki arkadaşının idamı haklı olarak bu mağduriyeti güçlendirir. Dün yapılan konuşmalarda buna bir kez daha tanık olduk. Oysa 27 Mayıs bu gerçekliğinin yanı sıra, asıl olarak CHP’nin tek başına iktidarının da önünü kesmiştir.
Nasıl mı?
2011 yılında Cem Yayınevi’nden çıkan “Alevilerin Siyasal Tarihi” adlı kitabımda bu gerçeği şöyle anlatmıştım:
27 Mayıs 1960, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “ihtilal” veya “devrim” diye anılsa da bir askeri darbeydi. Sonraları diğer bütün askeri ve sivil darbe ve darbe girişimlerinde sıklıkla duyacağımız gibi “Milli Birlik Komitesi” ilk açıklamasında, “ülkede kardeş kavgasını engellemek için yönetime el koydukları”nı belirtirken, “NATO’ya ve CENTO’ya bağlı olduklarını” da özenle açıklamayı ihmal etmiyorlardı…
27 Mayıs darbesi, 1957’de milletvekili çoğunluğuna rağmen, oransal çoğunluğu kaybeden DP’ye karşı yükselen demokratik muhalefetin de fiili olarak önünü kesti. Darbe yapılmamış olsa, bütün veriler, 1961 olağan genel seçimlerde CHP’nin tek başına iktidarını ve “İlk Hedefler Beyannamesi”ne de açıkça yansıyan demokratikleşmeyi sağlayabileceğini gösteriyordu. 1957’de yüzde 41 oy alan CHP’nin 1959 yılında yayınladığı “İlk Hedefler Beyannamesi” halkta karşılık buluyor, “Hür basın, muhtar üniversite, teminatlı hakim, serbest toplantı, tarafsız radyo, hür ve nispi seçim” gibi vaadler mitinglerde büyük kitleleri yan yana getiriyordu. İlk Hedefler Beyannamesine göre; CHP iktidarında “Anti-demokratik yasalar kaldırılacak, Anayasa; halk egemenliği, sosyal adalet, hukuk devleti ve toplumsal güvenlik esaslarına bağlı kalınarak değiştirilecek, devlet başkanlığı tarafsızlığa kavuşturulacak, yasama organının yürütme üzerindeki denetimi fiili ve etkin bir hale getirilecekti…”
27 MAYIS DEMOKRATİKLEŞMENİN ÖNÜNÜ KESTİ
Bugün dönüp baktığımızda 27 Mayıs darbesinin demokratikleşmenin önünü kestiğini açıkça görüyoruz. CHP’nin “İlk Hedefler Beyannamesi”ndeki temel yaklaşımların 1961 Anayasası’nın belkemiğini oluşturması da bu gerçeği değiştirmez…
Demokratik muhalefetin “eşit muamele” görmesinden Anayasa Mahkemesi kurulmasına, seçim sisteminin değiştirilmesinden basın üzerindeki baskının kaldırılmasına, ekonomide merkezi bir planlama teşkilatının kurulmasından, devletin sosyal adalet anlayışının geliştirilmesine ve üniversitelerin yeniden yapılandırılmasına kadar uzanan “İlk Hedefler Beyannamesi”ndeki taleplerin 1961’de % 61 oyla kabul edilen yeni Anayasa’ya yansımış olması kuşkusuz çok olumluydu…
Ancak darbe, yalnızca demokrasinin önünü kesmekle kalmadı, fiili olarak CHP’yi önce darbe ortağı, sonrasında kayda değer adımları atamayan etkisiz, yetkisiz ve beceriksiz koalisyon hükümetlerinin büyük ortağı yaparak kamuoyunda CHP’den, dolayısıyla “bu soldan bir şey olmaz” anlayışının Türkiye’ye yerleşmesinin zeminini oluşturdu…
ABD desteğinde yapılan darbe, fiili olarak CHP’nin tek başına iktidarının önünü keserken, diğer yandan özellikle 1955 sonrası çok yıpranmış, 1957 seçimlerini fiili olarak kaybetmiş, dibe vurmak üzere olan Demokrat Parti’yi, “Yassı Ada yargılamalarıyla” mazlum ve mağdur yaptığı gibi yeniden diriltmiştir. Yassıada’da toplam 592 kişinin yargılandığı ve 11 ay süren davalar sırasında adaletsizlik çok üst boyutlara vardı, yargılamanın “biçimi ve içeriği” önemli bir dönemin sorumlulularını “mağdur ve mazlum” yaptı…
Özellikle 1955 sonrası demokratikleşmeyi savunarak ciddi bir muhalafet yapan ve 1957 seçimlerinde % 41 oy alan CHP darbeden 16 ay sonra yapılan seçimlerde yalnızca % 34 oy alabildi. Ordunun müdahalesi ve adaletsiz bir yargılama süreci, cezaevinde yaşanan ölümler ve idamlar mağdur ve mazlum yarattı, darbenin faturası da CHP’ye çıkartıldı. Yassı Ada yargılamalarında izlenen adaletsiz yargılama biçimi DP’nin anti demokratik uygulamalarını önemli ölçüde unutturdu. Nitekim 1961 seçimlerinde DP’nin devamı partiler (AP, CKP, YTP) oyların % 62’sini aldılar.
27 Mayıs 2020, İstanbul
Yazar Necdet Saraç