HABERMAX.Bain & Company’nin Uluslararası Kredi Portföyü Yöneticileri Birliği (IACPM) üyeleri ile yaptığı ESG anketine göre, bankalar paydaşlarından gelen çevresel, sosyal ve kurumsal yönetişim (ESG) baskısını nasıl ele alacakları konusunda fikir ayrılığına düşüyor. Katılımcılar, iklim riskleri yönetiminin kimin sorumluluğunda olduğu konusunda kesin bir görüşe varamıyor.
29Ağustos 2023 — 40 trilyon doların üzerinde aktif varlığını temsil eden 55 adet banka ve finansal hizmetler kurumu hakkında Bain & Company tarafından yapılan araştırma, düzenleyicilerden, paydaşlardan ve müşterilerden gelen ESG baskılarına nasıl yanıt verileceği konusunda bankaların görüş ayrılığına düştüğünü ortaya koyuyor.
Uluslararası Kredi Portföyü Yöneticileri Birliği (IACPM) üyeleriyle gerçekleştirilen küresel ankette, ESG ilkelerinin yönetilmesi gereken aşağı yönlü riskler mi yoksa yakalanması gereken yukarı yönlü fırsatlar mı oluşturduğu konusunda katılımcılar neredeyse yarı yarıya görüş ayrılığına sahip; fırsatlar konusunda en iyimser olanlar ise Avrupalı katılımcılar.
Kurumlar ilerleme kaydediyor olmakla birlikte, karar verme yetkilerinin belirsizliği ve bölgeler bazında yönetmelik önceliklerinin değişiklik göstermesi nedeniyle engellerle karşılaşıyor. Anketin sonuçlarına göre, banka ve finansal kurumlarının %65’i, operasyonlarının içindeki iklim risklerini tespit etme ve bunlara karşılık üretme konusunda esas olarak kimin sorumlu olduğunu henüz belirlememiş durumda. Benzer bir biçimde, katılımcıların %55’i şirketlerinin ticari ve kurumsal departmanları arasında iklim risklerini yönetme konusunda görev ve sorumluluklarının net bir biçimde paylaştırılmadığını belirtiyor. Katılımcıların %40’ı ise, en iyi uygulama olarak görülmesine karşın sorumluluğu kendi faaliyet alanlarında yerleşik hale getirmediklerini, ESG inisiyatiflerini merkezi ekipler aracılığıyla koordine ettiklerini aktarıyor.
Bain & Company Finansal Hizmetler departmanı ortaklarından Michael Kochan, konu hakkında şöyle konuştu: “ESG stratejilerini bankacılık faaliyetleriyle bütünleştirmek, risk yönetimi ve fırsatları yakalama arasında narin bir denge kurmayı gerektiriyor. Birçok finansal hizmetler kurumunda, paydaşlardan gelen baskıların artmasına rağmen, ESG hedefleri ve alınan sonuçlar arasındaki fark açıldı. İklim ile bağlantılı ürün, hizmet ve danışmanlıklardan elle tutulur değer yaratmaya yönelik stratejilere odaklananlar kazananlar olacak.
Bain & Company Türkiye Ortağı Armando Guastella konuyla ilgili görüşlerini şu sözlerle dile getirdi: “Sürdürülebilirlik, iş dünyası liderleri tarafından çoğunlukla değer yaratmaya ve yeni ürünleri-iş modellerini ortaya koymaya yönelik stratejik bir araç olarak görülüyor. Artık sürdürülebilirlik yalnızca bir yasalara uyma veya bir itibar faktörü olarak görülemiyor, bir fırsat olarak algılanıyor. Yönetim ekibinde yeterli düzeyde bağlılık sağlayabilmek ve ESG DNA’sını şirketin karar alma sürecinde kalıcı hale getirmek için net istekler ve hedefler belirlemek oldukça önemli. Birtakım engellere rağmen Türkiye, değişimi kucaklamaya hazır genç işgücü, üst düzey dijital olgunluğu ve doğal kaynak zenginliği sayesinde sürdürülebilirlik devrimimin fırsatlarını yakalama bakımından iyi bir konumda bulunuyor.
Bain & Company Türkiye Finansal Hizmetler Lideri Emre Demircan, konu hakkında şöyle konuştu: “Türkiye’de önde gelen bankaların geçiş ekonomisinden paylarını almak üzere hazırlandığını ve konumlandığını gözlemliyoruz. Büyük şirketlerden KOBİ’lere, bankaların müşterileri, özellikle AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması gibi regülasyonların olası etkilerini göz önüne alarak hâlihazırda ESG yol haritalarını belirliyor. Söz konusu müşteriler, hem geçişe yönelik teknik danışmanlık için, hem de yatırımları açısından finansman çözümleri için bankalarına yöneliyor.”
Bölgesel farklılıklar ve Avrupa’dan alınabilecek dersler
Küresel olarak ESG faaliyetine yönelik dış baskıların artması bekleniyor. Katılımcıların %83’ü düzenleyicilerin daha fazla etkili olmasını bekliyor. Müşterilerin daha fazla etkili olmasını bekleyenler %67, paydaşların daha fazla etkili olmasını bekleyenler ise %53 oranında. Avrupalı ve Asyalı katılımcılar, Amerikalılara kıyasla düzenleyicilerin etkisini daha fazla hissediyor, Amerika’da ise paydaşlar daha fazla söz sahibi durumda. Avrupa ve Amerika arasında düzenleme beklentileri arasında belirgin farklar bulunmakla birlikte Avrupa, iklim risklerini yönetmeye yönelik geçişi destekleyici birçok içgörü sunabilir.
Bankalar duruma nasıl yanıt veriyor?
Bankalar ticari pazarlarda temiz enerjili projeleri fonlamaya başlayarak ve müşteri portföylerini araba kredileri, mortgage’lar ve mevduatlar bakımından genişleterek önümüzdeki üç yılda yeşil ürün portföylerini büyütmeyi umuyor. İklimle ilgili tehlikelerin henüz tam olarak anlaşılmamış şekillerde portföylerinde kredi risklerini artırabileceğini anlayan bankalar, stratejik planlama, kredi ve sigorta iş alanlarına iklim risk faktörlerini dâhil etmeye başlıyor.
İklim verilerini kredi alanına dâhil etme konusunda en fazla ilerleme kaydedenler Avrupa bankaları oldu, diğer bölgelerin onları takip etmesi bekleniyor. Genel olarak katılımcıların %64’ü iklim verilerini ve ölçülerini kredi alanına henüz dâhil etmemiş durumda. Amerika bankalarının çoğu önümüzdeki üç yılda bunu yapmayı hedefliyor. Bununla birlikte katılımcıların %46’sı 2050 itibarıyla verdikleri kredileri düşük karbonlu ve ESG yönelimli müşteriler ile sınırlayacaklarını tahmin ediyor.
Dikkat ve kaynak gerektiren dört alan
Bütün banka ve finansal kurumların ESG stratejileri dâhilinde dikkat etmeleri gereken 4 kritik alan söz konusu:
Paydaşları dekarbonizasyonu destekleyecekleri şekilde yönetmek, değer yaratımı beklentilerini yakından koordine etmek.
Geçiş süreci finansmanı öncelikleri için karar alma gücünü belirginleştirmek, stratejik öncelikler hakkında bilgilendirme yapmak ve risk yönetimi sağlamak için kurullar ile birlikte çalışmak.
Müşteri talebine yanıt vermek için stratejiler belirlemek, bunu yaparken hem ticari fırsatları hem de yatırımcı gerekliliklerini göz önüne almak.
İklim risk verilerinin analiz edilme becerisini artırmak, bu sayede söz konusu risk faktörlerini temel bankacılık süreçlerine entegre ederek sürdürülebilir uzun vadeli değer yaratımı sağlamak.