Türkiye kötü yönetim nedeniyle ekonomik krize girmiş bir ülke. Dünyada eşi benzeri olmayan ucube bir başkanlık sistemi ile denge denetleme ağı yok edildi. Kamu kaynakları israf ve yolsuzluğa harcandı. Kamuda liyakat sistemi yok edildi. Kötü ekonomi politikasının sonucu da nihayetinde faiz ve enflasyonda artış olarak yaşandı. Paramız değer kaybetti. Dış borç yükü yüksek olan özel sektör ve kamu sektörü üzerinde oluşan kur farkı da işsizlik oranlarına yansıdı. Türkiye’de siyasi kriz, ekonomik krizi ürettiği için öncelikle siyaset mimarisinin yeniden yapılandırılması gerekiyor. Çoğulcu, katılımcı, şeffaf bir demokrasiye, işleyen bir parlamenter rejime ihtiyacımız var. Daha sonra kamu kaynaklarını verimli kullanarak, Türkiye’nin ekonomik yapısını da değiştirmek, yeniden üretim ve büyüme odaklı bir ekonomi politikası kurmamız gerekiyor. Rasyonel adımlarla ülkemiz krizleri aşarak, Avrupa ve Ortadoğu bölgesinin ekonomik başat ülkelerinden bir tanesi olabilir. Bu hedef doğrultusunda çalışmamız gerekiyor.
“MİLLETİN ADALET VE ÖZGÜRLÜK TALEBİ NİHAYETİNDE ZAFERE ULAŞACAKTIR”
A.Ç: Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ikinci seçimi büyük bir farkla kazandı. Rakibi ile arasındaki farkın hızlıca açılması hususundaki düşünceniz ne yönde? Sizce altında yatan neden nedir? Chp nasıl bir şablon çizdi ve bundan sonra nasıl bir şablon çizmeye devam etmeli? Atılması gereken adımlar neler?
G.T: Açıkçası benim de uzun yıllardır savunduğum şekilde toplumun tüm kesimlerini kucaklayan bir anlayışla hareket ettik. AKP’nin kurduğu yaşam biçimi, inanç, kimlik üzerinden ayrımcılık tuzaklarına düşmedik. Bu ülkenin bütün insanlarına saygı göstererek, herkese hizmet etme sorumluluğu ile hareket ettik. Toplum da kötü yönetimi ve nefret dolu siyaset dilini kabul etmediğini gösterdi. 31 Mart’ta millet AKP’ye tarihi bir ders verdi. Anti demokratik, otoriter, baskıcı rejim yenilmiş durumdadır. Bugünden sonra biz demokrasi güçleri olarak daha çok çalışmak, daha büyük başarılara imza atmak zorundayız. Milletin adalet ve özgürlük talebi nihayetinde zafere ulaşacaktır.
“TÜRKİYE DEMOKRATİK KURUMLARIN ETKİN BİR ŞEKİLDE ÇALIŞTIĞI BİR ÜLKE DEĞİL”
A.Ç: Siyasete ilginiz nasıl gelişti, bu ilginizi ortaya çıkaran neydi? Türkiye’deki siyasi çerçeveyi nasıl tanımlarsınız, yurt dışındaki siyaset ile ne gibi farklar mevcut? İyi bir siyasetçi olmak için hangi şartlar yerine getirilmeli?
G.T: Türkiye demokratik kurumların etkin bir şekilde çalıştığı bir ülke değil. Örneğin Avrupa ülkelerinde tarafsız ve bağımsız bir yargı var, kamuoyu denetimi görevini hakkıyla yerine getiren basın organları var, hükümeti denetleyen güçlü bir sivil toplum geleneği var. Türkiye’de siyasetçilerin yükü hem daha fazla, hem de anti demokratik uygulamalar ile temel görevlerini yerine getirmeleri bile engelleniyor. Mesela Avrupa’da bir milletvekilinin verdiği soru önergesine cevap verilmemesi düşünülemez. Ya da siyasi gerekçelerle muhalefet üyelerine davalar açılamaz, insanlar tutuklanamaz. AKP döneminde Türkiye’de muhalif bir cumhurbaşkanı adayı bütün seçim sürecini tutuklu geçirdi. Sayın Demirtaş hala daha hapishanede. Sayısız milletvekili, belediye başkanı türlü çeşit uydurma davalarla tutuklandı, özgürlükleri gasp edildi. Ana muhalefet partisi liderine gözümüzün önünde bir operasyon düzenlenerek linç girişiminde bulunuldu. Dolayısıyla Norveç koşullarında yaşayan bir siyasetçi ile Türkiye’deki siyasetçiyi karşılaştırmak adil olmaz. Temelde ise dünyadaki tüm siyasetçiler belli bazı değerleri taşımak zorunda. Dürüstlük, hakkaniyet duygusu, vicdan ve adalet nosyonu olmayan bir insan siyaset yapıyor denemez. Bu kişi ancak maddi ve manevi menfaat kazanmak için siyaset bezirganlığı yapıyordur. Böyle insanları elbette ayıplıyor ve kınıyorum.
“TÜRKİYE DEMOKRATİKLEŞME ALANINDA İLERLEDİKÇE, SANAT VE KÜLTÜR ALANINDA DA İLERLEYECEK”
A.Ç: Kültürel ve sanatsal etkinlikler konusunda Türkiye oldukça gerilerde, çünkü yeteri kadar önem verilmiyor. Ticari kaygı ve bazı imkansızlıklar her zaman olduğu gibi merkeze yerleşiyor. Bu durumu lehimize döndürmek için neler yapılmalı ve hangi yollar izlenmeli? Nasıl bir dönüşüm geçirmeliyiz?
G.T: Tek tipçi, kültür ve sanat alanını yalnızca kendi fikriyatının propagandasını yapacak bir enstrümana indirgeyen bakış açısından kurtarmamız gerekiyor. Kültür ve sanat atmosferini geliştiren şey finansal olanakların bolluğu değil, demokratik atmosferin kalitesidir. Çoğulcu, farklı bakış açıları ve düşüncelere saygılı bir anlayış sanatın da bilimin de gelişmesi için asgari şarttır. Sanata ve sanatçıya saygının temelinde düşünce ve ifade özgürlüğüne duyulan saygı vardır. İlk olarak kamu yönetimi bu saygıyı uygulamalarla göstermek zorunda. Sanatçılar özgürdür, özgür kaldıkça da sanat ve kültür alanında gelişme sağlanır. CHP kurulduğu tarihten itibaren bu bilince sahip olan bir partidir. Türkiye demokratikleşme alanında ilerledikçe, sanat ve kültür alanında da ilerleyecek.
“TÜRKİYE DİNAMİK BİR ÜLKEDİR. MİLLETİMİZ DE CUMHURİYET’E AŞIKTIR”
A.Ç: Şu an itibariyle “geç gelen bir aydınlanma” yaşıyor olabilir miyiz? İnsanların bakış açılarının değişmesi adına nasıl bir farkındalık planı gerçekleştirilmeli?
G.T: Türkiye dinamik bir ülkedir. Milletimiz de Cumhuriyet’e aşıktır. Bu ülkede halkımız kendi yöneticilerini kendi seçmeyi seviyor, benimsiyor ve bu egemenliği kimseye verme niyetinde değil. Bizim milletimize daha çok koşmamız, daha çok anlatmamız, Türkiye’nin yaşadığı sorunların sebeplerini ve çözüm önerilerini paylaşmamız gerekiyor. 31 Mart seçimleri Türkiye’de yeni bir dönemin kapısını açmış durumdadır. Bu yolculuğun nasıl sonuçlanacağı, muhalefet partilerinin demokratik olgunluğuna ve çalışkanlığına bağlı.
“TEMEL MİSYONUMUZ CUMHURİYETİ KÂMİL BİR DEMOKRASİ İLE TAÇLANDIRMAK”
A.Ç: Yazar İpek Çalışlar kitabında Mustafa Kemal’in “siyasi bir deha” olduğundan söz ediyor, hatta kitapta Halil Berktay’ın Atatürk hakkında detaylı bir açıklaması var. Sizin perspektifinize göre siyasi bir deha nasıl hareket etmeli?
G.T: Dehalar, normu aşan, çağa uygun yeni bir paradigma kuran insanlardır. Atatürk elbette siyasi bir dehadır. Onun fikirlerinin sadece bizim için değil tüm bölge için yegâne çıkış olduğunu aydınlar ve bilim insanları da söylüyor. Ben bugün temel misyonumuzun Cumhuriyeti kâmil bir demokrasi ile taçlandırmak olduğunu düşünüyorum. İnsanlar arasında her türlü ayrımcılığı reddeden, temel insan hak ve özgürlüklerini, bağımsız, tarafsız ve adil bir yargı sistemi ile koruyan bir sistem inşa etmek zorundayız. Devletler insanlar sahibi değildir. İnsanlar devletin sahibidir. Devletler yalnızca insanlar tarafından kurulan, görevini yerine getirmesi için belli yetkiler ve olanaklar sağlanan kurumsal örgütlenmelerdir. Kutsal olan devlet değildir, insandır. Devleti yönetenlerin de görevi insanların haklarını korumak, insanların kendi mutluluk ve refahlarını özgürce sağlayabilecekleri olanakları sunmaktır. Bunu başardığımız anda birçok sorunu aşmış olacağız.
“ATATÜRK’ÜN DEYİŞİYLE FİKRİ HÜR, İRFANI HÜR, VİCDANI HÜR NESİLLER GEREKİYOR”
A.Ç: Eğitim-öğretim alanındaki yetersizlik ve ezbercilik sistemi üzerine olan değerli fikirlerinizi paylaşırsanız sevinirim…
G.T: Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu hakkında Voltaire diyor ki: “Ne kutsal ne Cermen ne Romalı ne de imparatorluktu.” Eğitim öğretim sistemimiz hakkında da bir benzeri söylenebilir. Ne eğitim var, ne öğretim var ne de bir sistem var. İnsanlık tecrübesinden nasibini almamış, çağdaş hiçbir eğitim, öğretim pratiğine uymayan, çocukların becerilerini ve analitik kapasitelerini arttırmak yerine adeta bir tornadan geçirerek budayan bir sistem var. Eğitim hayatında öğretilenler, çocukların bilişsel sistemine zorla işlenen yöntemler ve kurallar 21’inci yüzyıl dünyasında çocuklarımızı kötürüm bırakmak dışında hiçbir şeye yaramıyor. Bizim çoğulcu, diğer insanları seven, haklarını ve yükümlülüklerini bilen, yaratıcı, eleştiren, düşünen insanlara ihtiyacımız var. Dünya ile rekabet edebilmemiz, sanatta, kültürde, bilimde, teknikte her alanda ilerlememiz için Atatürk’ün deyişiyle fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller gerekiyor. Eğitim sistemi kökten yenilenmek zorunda. Bunu başaracağız.
“BUGÜN HÜKÜMETİN MÜLTECİ POLİTİKASI ÖNCELİKLE İNSAN HAKLARINA AYKIRIDIR”
A.Ç: Mülteciler konusuna nasıl bakıyorsunuz? Bu konuda ne tür çalışmalar yapılmalı? Sizce Türkiye’deki en büyük ve en önce çözülmesi gereken problem nedir?
G.T: Ülkesi yanmış, yaşamak, ailesini korumak için başka ülkelere sığınmak zorunda kalmış insanların dramlarına kalplerimizi kapatamayız. Mülteciler önce büyük bir felakete uğramış insan kardeşlerimiz. Elbette onlara yardım edeceğiz. Ancak bunu da insani kurallara uygun yerine getirmemiz gerekiyor. Mültecilerin entegrasyonu, asgari yaşam koşullarının sağlanması gibi konularda atılması gereken birçok adım var. Bugün hükümetin mülteci politikası öncelikle insan haklarına aykırıdır. Milyonlarca insanı kabul edip onları kendi hallerine bırakamazsınız. Ölüme veya karanlık sokaklara terk edemezsiniz. Bir sistem içerisinde onları kayıt altına almak ve insani sorumluluğunuzu yerine getirmek zorundasınız. Bugün toplumda yaşanan büyük huzursuzluğun temelinde AKP’nin uyguladığı mülteci politikasının çarpıklığı yatıyor. AKP öyle bir uygulama yürütüyor ki sadece burada değil herhangi bir toplumda sorun oluşturmaması mümkün değil. Disiplinli, ilkeli, uluslararası standartlara uygun bir mülteci politikası yürütmezsek önümüzdeki yıllarda sorunlar daha da artacak. CHP olarak bizim bu konudaki önerilerimiz belli. AKP’nin bir an önce aklın gereğini yerine getirmesini umuyorum.
Kaynak-Gürsel Tekin