AHA. “Cumhuriyet burada kuruldu burada yıkılacak” sloganları eşliğinde “yakın ula yakın” denilerek 35 kişinin yakıldığı Madımak katliamının üzerinden tam 27 yıl geçti. Dönemin Adalet Bakanı Seyfi Oktay’ın çabalarıyla katliam sonrası ilgili dosyalar birleştirilerek katliamı fiili olarak gerçekleştirenlerden 33 kişi idam, 80’e yakın kişi de çeşitli hapis cezası aldılar. Mahkeme, katliamı “demokratik laik hukuk devletine karşı bir gerici ayaklanma olduğunu” tespit etse de katliamın siyasi aktörleri yargılanmadı, katliamın arka planı hep “gizli” kaldı!
Aradan tam 27 yıl geçti. Türkiye, devletin bilgisi ve gözetiminde yapılan katliamlarla yüzleşmekten kaçmaya devam ediyor. Birçok katliama dendiği gibi, Madımak katliamına da “olay” denmeye devam ediliyor!
Katliamların “kitlesel katılım” boyutu ve “devletin rolü”, katliamlara binlerce insanın “yakın ula yakın” naraları eşliğinde neden ve nasıl katıldığı görmezden gelinmeye, siyasi cinayetlerde olduğu gibi Sivas katliamı da “birkaç meczubun” işi olarak sunulmaya devam ediliyor!
Oysa gerçek bize gösterildiği gibi değil ve asıl yüzleşilmesi gereken gerçek tam da bu gerçek!
HER 10 SİVASLIDAN BİRİ MADIMAK ÖNÜNDEYDİ!
1993 yılında ilçeler hariç Sivas şehir merkezinde yaklaşık 240 bin kişi yaşıyormuş. (1990 sayımına göre 221.512 kişi) Polis kayıtlarına göre, merkezde yaşayan bu 240 bin kişinin tam 15 bini (yazı ile on beş bin kişi) Madımak Oteli’nin önündeki gösteriye katılmış. Yani bu, şu anlama geliyor: Madımak Oteli içindekilerle birlikte yakıldığında, çocuklar, kadınlar ve Aleviler bu sayıdan düşüldükten sonra en kötümser rakamla Sivas merkezde yaşayan “yetişkin” her 10 Sivaslı’dan biri bu yakma eylemine ortak olmuştur!
Ama bizzat yakarak ama gösteriye katılarak ama alkışlayarak…
Bunu görmek için, polis kayıtlarının dışında televizyonlarda onlarca kez gösterilmiş, birçok belgeselde yer almış görüntüleri izlemek bile yeterli. Tekbir sesleri ile “yakın ula yakın” çığlıkları iç içe. Başkaca bir belgeye veya yoruma ihtiyaç yok…
1993’de Demirel ve Çiller’den başlayarak, Erdoğan’a kadar bu ülkenin bütün yöneticileri bunu biliyor mu? Evet, tereddütsüz biliyorlar…
Dönemin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’ndan, Doğan Ürgüp’e kadar bunu biliyorlar mı? Evet, tereddütsüz biliyorlar!
Bütün yöneticiler bu gerçeği bildiği için, ısrarla gerçeklerle yüzleşmekten kaçıyorlar. Bu yüzden, insanlık tarihinde “katliam” olarak yerini almış bir büyük katliama bilinçli olarak “hadise” ya da “olay” demeyi tercih ediyorlar! Bu ülkenin bütün yöneticileri, bürokratları da aynı şeyi yapıyor. Mevcut Sivas Belediye Başkanı da, Sivaslıların önemli bir bölümü de. Böyle olunca Madımak ile Çubuk arasındaki kalın çizgi flulaşıyor, Çubuk’ta Kemal Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evin önünde birikenlerin “yakın ula yakın” çığlıkları, bir başka linç ve katliam girişimine kadar duyulmak istenmiyor!
Çünkü hepsi biliyor ki, Sivas Madımak’ta tam 15 bin kişinin katıldığı bir katliama katliam dediklerinde Çubuk’da da dönüp kendilerine bakacaklar!
Böyle olunca kolayı tercih ediyoruz ve kendi yalanımıza kendimiz de inanıyoruz! Sivas’ı “bin yıllık kültürün temsilcisi, insan sevgisinin temsilcisi bir memleket” olarak tarif etmek, “kız aldık, kız verdik, etle tırnak gibiyiz” diyerek, 3-4 Eylül 1978’de Ali Baba Mahallesi’nde yaşanan saldırılar da, 2 Temmuz 1993 katliamı da “üç beş meczubun” ve “dış güçlerin” işi olarak kayıtlara geçirmek kolay oluyor…
Evet, “dış güçler” hep vardı, bu ülkede hukuk ve demokrasi iktidar olamadığı sürece de hep olacak, ancak bu gerçeği öne sürerek koca bir kentin günahını, Maraş’ta, Malatya’da, Sivas’ta katliamları bizzat yapanların tereddütsüz “kapı komşusu iç güçler” olduğunu da artık saklamaktan vazgeçmeliyiz…
2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli önünde toplanarak oteli yakanlar arasında ya da “yakın ula yakın” diye alkışlarla ve tekbirle teşvik edenler arasında her 10 Sivaslı’dan birinin olduğu saklanılabilecek bir gerçek değildir. Bu gerçekle yüzleşmek ve öncelikle orada katledilenlerin ailelerinden “özür dilemek” yeni bir yargı sürecini ve dolayısıyla katliam üzerindeki bütün soru işaretlerinin de bir bir çözülmesini beraberinde getirir, yeni linç girişimlerinin ve katliam girişimlerinin önü kesilir. Kin ve nefret duygularına karşı ortak bir toplumsal refleks geliştirilir, toplumsal vicdan harekete geçer!
Atılması gereken ilk adım bu gerçekle yüzleşmektir…
1 Temmuz 2020, İstanbul
Necdet Saraç