HABERMAX. Kolon ve rektum kanseri her iki cinsiyette de hem en sık rastlanan hem de yaşam kaybına neden olan kanserler arasında üçüncü sırada yer almaya devam ediyor. Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Neşet Köksal, Dünya Sağlık Örgütü rakamlarına göre dünyada her yıl yaklaşık 1 milyon 800 bin kişi bu hastalığa yakalandığını ve yaklaşık 900 bin kişinin de bu hastalıktan kaybedildiğini söyledi. Özellikle 50 yaş sonrası görülme sıklığı artan bu önemli sorunla ilgili daha endişe verici bir tablonun oluşmaya başladığına dikkat çeken Prof. Dr. Köksal, son dönemlerde yapılan araştırmalara dikkat çekerek kolorektal kanserlerin artık 1980 yılı sonrasında doğan Y kuşağını temsil eden genç yetişkinleri de tehdit ettiğine işaret etti. “Yapılan bir çalışmada 1950’li yıllarda doğan yetişkinlerle karşılaştırıldığında, 1990’lı yıllarda doğanlarda kolon kanseri riski iki kat, rektum kanser riski ise dört katına çıkmaktadır. Ayrıca rektum kanseri hastalarının neredeyse üçte birinin 55 yaşın altında olduğundan taramaya 50 yaşından önce başlanmasının düşünülmesi gerektiği belirtilmiştir.” Dedi.
Kolorektal kanserlerde değiştirebileceğimiz ve değiştiremeyeceğimiz risk faktörleri olduğunu söyleyen Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Neşet Köksal, yaş ve aile öyküsünün değiştirilemez risk faktörleri olduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürdü; “Saptanan kolorektal kanserlerin yüzde 90’ı 50 yaş sonrası görülmekte, bu dönemden sonra geçen her 10 yıl bu riski ikiye katlamaktadır. Yine bir insanın yaşamı boyunca kolon kanserine yakalanma oranı yaklaşık yüzde 5 civarında iken, birinci derecede akrabalarından birinde kolon kanseri olanlarda bu oran yüzde 12’ye çıkıyor. Eğer birinci derece yakınlarından iki kişi de kanser varsa bu oran üçe katlanıyor ve yüzde 35’e çıkıyor. Elbette bunlar değiştirilebilir risk faktörleri olmasa da riskin farkında olmak ve düzenli kontrolleri yaptırmak gerekiyor.”“YAŞAM TARZINI DEĞİŞTİREREK RİSKİ AZALTMAK MÜMKÜN”
Beslenme alışkanlıkları ve yaşam tarzının kolon kanserleri için değiştirilebilir risk faktörleri olduğunu anlatan Prof. Dr. Neşet Köksal, “Örneğin; Avrupa ya da Kuzey Amerika’da yer alan gelişmiş ülkelerde kolorektal kanser daha çok görülüyor. Bu sonuçtaki en önemli unsur yağlı ve düşük lifli fast food tarzı besinlerin daha fazla yer aldığı yanlış beslenme alışkanlıkları. Bu durum beraberinde yine kolorektal kanserler için bir risk faktörü olan obeziteye de neden oluyor. Tam aksine Afrika ülkelerinde kolon kanseri görülme oranı çok daha düşük. Çünkü bu bölgelerde tahıl ve sebze ağırlıklı bir beslenme şekilleri var. Yine hareketsiz yaşamın da önemli bir risk faktörü olduğunu söylemek gerekli.”
ERKEN TANIYLA TEDAVİNİN BAŞARISI YÜZDE 90’LARA ÇIKILABİLİYOR
Meme ve rahim ağzı kanserlerinde olduğu gibi kolon kanserinde de taramanın çok önemli yeri olduğunun altını çizen Prof. Dr. Köksal, “Çünkü bu hastalıkta erken tanı konulduğunda tedavi başarısı yüzde 90’lara kadar çıkabiliyor. Ancak geç tanıyla birlikte evre ilerledikçe başarı oranı düşüyor.” dedi. Hastalıktan ölüm oranını azalttığı gösterildiği için, DSÖ’nün kolon kanserini taranması gereken hastalıklar arasında gösterdiğini söyledi.
“Tarama bu anlamda çok önemli ancak, tarama testlerinin çeşitliliği, uygulanabilirliği, bunlarla ilgili maliyetler ve doğru hedef kitleye yapılması iyi değerlendirilmelidir” diyen Prof. Dr. Köksal, şu bilgileri aktardı: “Bu konuda kılavuzlar tarama için normal riske sahip bireylerde 40 yaşından başlayarak yıllık muayene ve gaitada gizli kan testi, 50 yaşından sonra her 5 yılda bir sigmoidoskopi dediğimiz kalın barsakların tamamının değil bir kısmının endoskopik olarak tetkiki ya da tamamının endoskopik olarak görülebildiği kolonoskopinin 10 yılda bir tekrarını önermektedir. Ancak 50 yaş altında hastalığın görülme sıklığının artmasına paralel olarak kolonoskopik tarama yönteminin 45 yaş gibi daha erkene alınması konusunda çalışmalar ve önerilerde bulunulmaya başlanmıştır. Bunun için yeni kriterlerin belirlenmesine ve gelecekte kişiselleştirilmiş taramaların yapılabilmesi için yaş, cinsiyet, genetik risk ve yaşam tarzı faktörlerine dayalı risk bazlı tarama algoritmaları geliştirilmelidir.”
EN ÖNEMLİ BELİRTİ MAKATTAN KAN GELMESİ
Prof. Dr. Köksal, kolorektal kanserlerin en önemli belirtilerinin başında rektal kanamanın geldiğini belirterek şu bilgileri verdi: “Kalın bağırsak ya da kolon-rektum dediğimiz organ yaklaşık bir buçuk metre uzunluğunda, karın sağ alt kadranında başlayıp, anüste ya da makatta sonlanır. Dolayısıyla tümörün bulunduğu bölgeye göre değişik şikayetler görülebilir. Bu belirtiler rektal kanama, dışkılama alışkanlığında değişiklik ve bu değişikliklerin birkaç günden uzun sürmesi, dışkılama sonrası tam boşalamama ve rahatlayamama hissi, karında şişkinlik, kramp tarzında ağrı, gaz veya huzursuzluk hissi, kansızlık, bilinen bir neden olmaksızın kilo kaybı, güçsüzlük ve yorgunluk gibi şikayetlerdir. Kalın barsağın ilk kısmı ya da sağ tarafında yerleşen kanserlerde kansızlık önemli bir bulgu iken, rektum dediğimiz son kısımda yerleşen kanserlerde ise rektal kanama dediğimiz makattan gelen kanama ilk belirti olabilir. Bu kanama özellikle dışkılama dışında oluyorsa ciddi bir uyarıcı olarak kabul edilmeli. Bu tür şikayetleri olan kişiler özellikle 50 yaşın üzerindeyse ya da daha genç yaş grubunda olsa da ailesinde özellikle kolorektal kanser hikayesi mevcutsa, mutlaka bunun nedenini anlamak için kolonoskopik muayenesi yapılmalıdır.”
KOLON KANSERİNDE İLK TEDAVİ CERRAHİDİR!
“Kolorektal kanserlerin tedavisinde kolon ve kalın barsağın makata yakın son kısmı olan rektum kanserlerini ayrı değerlendirmek gerekir” diyen Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Genel Cerrahi uzmanı Prof. Dr. Neşet Köksal, tedavi yaklaşımı konusunda şu bilgileri verdi: “Kolon kanserlerinde eğer bir organ yayılımı olmamışsa yani metastaz yoksa ve tümörlü barsak kısmı cerrahi olarak çıkartılabilecek durumda ise bu hastaların ilk tedavisi cerrahidir. Mezokolik eksizyon dediğimiz ilgili kalın bağırsak kısmının yaprağıyla birlikte çıkarılmasından sonra patolojik değerlendirmesi yapılır. Patolojik evreleme ve tümörün moleküler özellikleri dikkate alınarak medikal onkoloji uzmanıyla birlikte ek bir tedaviye ihtiyacı olup olmadığı değerlendirilir. Tümörün yerleşimi rektum bölgesinde ise tümörün evresi, hastanın yaşı ve genel durumu dikkate alınarak tedavi planlaması yapılır. Erken evrede yakalanan rektum kanserlerinde tedaviye cerrahi ile başlanır ve sonrasında patolojik değerlendirmeye göre kemoterapi ya da radyoterapi yapılıp yapılmayacağına karar verilir. Organ yayılımı yapmamış ve lokal olarak ilerlemiş rektum kanserlerinde ise tedaviye radyoterapi/kemoterapi ile başlayıp tedavi sonrasında, mezorektal eksizyon dediğimiz rektum yaprağı ile birlikte çıkarılır. Bu işlem yapılırken kanser cerrahisinden ödün vermeden olabildiğince makatı korumaya çalışırız. Yine ilaç ve ışın tedavisi sonrası tümüyle kaybolan rektum kanserlerinde ameliyat etmeden bu hastaların yakın takip edilmesi bir seçenek olarak olarak gündeme gelmiştir Ancak bunun için tümörün tedaviye tam yanıt verdiğinden emin olmalı, takipler sık aralıklarla ve uygun yöntemlerle yapılmalıdır. Günümüzde kolorektal kanser cerrahisi deneyimli bir ekip tarafından büyük oranda laparoskopik yani kapalı yöntemle yapılabilir. Bu sayede laparoskopik cerrahinin avantajlarından hasta yararlanmış olur. Tedavilerin bitiminden sonra bu hastaların nüks açısından takipleri de önemlidir.”