HABERMAX. Okuyan, “Erdoğan, seçim sonrası neden Mehmet Şimşek’i getirdi? Mehmet Şimşek’in uyguladığı ekonomi politikasının pusulası nereyi gösteriyor?” sorusunu şöyle yanıtladı.
“Uluslararası sermaye çevrelerini gösteriyor. Ama şöyle bir algı yaratıldı Türkiye’de. Biraz muhalefet de bu algının yaratılmasına izin vermişti. ‘AKP, ekonomi biliminin tamamen gösterdiği doğrultunun tamamen dışında cahilce bir politikada inat ediyor düşük faizli bir şeyle, ekonomi yasalarına karşı direniyor’ diye bir algı yaratılmıştı. Şöyle bakmak gerekiyor: Ekonomide Mehmet Şimşek dönemi şeklinde özetleyeceğimiz dönemle diğer önceki dönem arasında bir bütünlük var. O iki dönemi karşılaştırdığımız zaman birisi cahiliye devri, birisi de daha bilimsel metotların uygulandığı bir devir falan değil. İkisinin de bir mantığı var, ikisi de birbirini besliyor. Aynı siyasi iktidar, iki politikadan da yararlandı.
Türkiye’yi izleyenler, seçim sonrasında bu politikaların uygulanacağına dair bir kanaate sahipti, bu kanaat gerçekleşmiş oldu.
Mehmet Şimşek’in politikaları bir inattan vazgeçmek falan değil. Bu politikalar aslında bizim geçmişte, ‘popüler bir dille’ IMF politikaları diye şablon olarak eleştirdiğimiz şeyin aslında benzeri. Şu anda yapılmakta olan şey de IMF’siz bir IMF anlaşması. Çünkü buldukları kaynaklar IMF’nin dayattığı koşullar değil, ama kendi kendine Mehmet Şimşek’in ve ekibinin ortaya çıkardığı koşullar, aslında uluslararası sermayeye bir taahhütte bulunuyor Türkiye hükümeti. O taahhüt Türkiye’nin en geniş kesimlerinin zararına.
Seçimden önceki politikalar, Türkiye toplumunun geniş kesiminin çıkarına değildi, ama bu politikalar daha zararlı. Bu bayağı bir yoksullaştırma operasyonu. Bu devam edecek ve asıl darbe, yerel seçimden sonra olacaktır. Mehmet Şimşek bunu bizzat söyledi.
Orta Vadeli Program diye ilan ettikleri şey aslında Türkiye’de topluma, ‘Biz bu işi düzelteceğiz, ama yaklaşık bir 5 yıl sabredin’. O yüzden bu politikaların Türkiye’de ekonomide rasyonel düşünceye dönüş olduğunu biz söylemeyelim.”
‘1982’de olduğu gibi, bu karşı devrimci iktidarın da anayasa yapma ehliyeti yoktur’
Okuyan, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni anayasa yapılması gerektiğine ilişkin son açıklamalarını şöyle değerlendirdi:
“Değişik zamanlarda yeni anayasa gerektiğini hep söylüyordu AKP. Erdoğan’ın en son yaptığı uzunca konuşma, AKP’nin 2000’li yılların başında ‘demokrat, özgürlükçü’ dille yaptığı çıkışları hatırlatıyor. Erdoğan bu sefer de, ‘Öncelikle dilde bir problem var’ dedi.
1982 Anayasası, bir karşı devrim anayasasıdır. Dolayısıyla onun da meşruiyeti yoktu. Kenan Evren ve arkadaşlarının anayasa yapma ehliyeti yoktu bize göre. Şimdi o karşı devrim anayasasını değiştirip bir başka karşı devrim anayasasını önümüze koymak istiyorlar.
AKP bir karşı devrimci iktidardır. Başından beri öyledir. Bu karşı devrim sürecinde de epey başarıya ulaştılar. Ama nihayete erdiremeyecekler, çünkü bu toplumdaki direnci yok edemezler. Şimdi, bu toplumdaki direnci biraz daha geriletecek bir şeye ihtiyaçları var. ‘Sivil Anayasa’ diyorlar. Buna dair hiçbir şekilde içerik dahi tartışılmamalıdır. Çünkü 1982’de olduğu gibi, bu karşı devrimci iktidarın da anayasa yapma ehliyeti yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bundan sonraki anayasası bir devrim anayasası olmalıdır. Bu kadar yıldan sonra Türkiye toplumu, 82’deki karşı devrimci bir anayasanın üzerine başka bir karşı devrimci anayasayla ileriye gitmez, geriye gider. Bu nedenle bizim önümüzde Türkiye toplumunun önüne bir devrim anayasası koyma yükümlülüğü var. Meşru olan odur.”
‘Sosyalistlerin talepleri, cumhuriyetçilerin bir kesimi için de geçerli hale geldi’
Okuyan, TKP’nin Cumhuriyetçilerle sosyalistler arasında nasıl bir ittifak planladığına dair soruya şu yanıtı verdi:
“AKP’nin iktidara geldiği ilk dönemde, AKP’yi destekleyen liberaller, Cumhuriyetçi birikime sahip dediğimiz AKP’nin karşısında konumlananlar, hiç kimse AKP’nin iktidar olduğuna inanmadı. Hatta Türkiye’de bazı solcular, ‘AKP hükümet oldu, ama iktidar olamadı, iktidar olması lazım’ diyordu. Cumhuriyetçi birikim de, AKP’yi bir yol kazası olarak gördü. O dönemde bir tek Türkiye Komünist Partisi şunu söylüyordu: AKP bir sonuçtur, sistemin bir sonucudur. Bunun doğru olduğu ortaya çıktı.
Türkiye’nin Cumhuriyetçi birikimi de buhar olmadı. Bir bölümü AKP’ye teslim oldu. Bir bölümü Batıcı bir çözüm arayışı içerisinde. Bir bölümü ise radikalleşti. Yüzünü daha önce hiç sola dönmemiş, dönse de marksizm, sosyalizm, komünizmle mesafeyi geniş tutma konusunda kararlı olan kesimler bir bütün olarak sermaye iktidarını, sosyoekonomik sistemi sorgulamaya başladılar. ‘Türkiye’nin bu hale gelmesinin sorumlusu holdingler ve tarikatlardır’ diyen ciddi bir cumhuriyetçi birikim var önümüzde. Bu bir fırsat ve değerlendirilmesi gerekiyor. Bu fırsattan kasıt melez bir ideoloji ortaya çıkartmak değil. Bizim derdimiz, Türkiye’de devletçi, planlı bir ekonomi, gerçekten laik bir cumhuriyet, eşitlik temelinde bir toplum ve bağımsız, egemen bir ülke. Bu talepler, cumhuriyetçilerin bir kesimi için de geçerli hale geldi. TKP açısında bu bir yandan ilkesel bir mesele. İkinci olarak, bunun gerçekleşmesi için Türkiye’de bir siyasal enerji gerekiyor. Bu enerjiyi, bahsettiğim radikalleşen kesim olmaksızın yaratmak kolay değil.
Cumhuriyetçi birikim toplumda buharlaşmadı. Üstelik, şimdi sağ partilere oy veren kesimler içerisinde de cumhuriyetçi bir arayış başladı. Türkiye’de sosyalistlerin kendi ilkelerinden vazgeçmesi gerekmiyor, ama bu dönemin ruhunu kavrarsak… Mesela Türkiye’nin bir Kürt sorunu var. Bu sorunu ele alışta, Türkiye’de cumhuriyetçi kesimlerin farklı bir yaklaşıma ihtiyaçları var. Biz bu etkileşime hazırız. Kendimize güveniyoruz. Biz bu ülkenin partisiyiz, yurtsever bir partiyiz, cumhuriyete doğan bir partiyiz.”
‘Komünistlerin siyasi etkisinin toplumsal enerjiye dönüşmesi gerekiyor’
Okuyan, TKP tarafından Halk Temsilcileri Meclisi’nin kurulması kararına ilişkin şunları söyledi:
“Türkiye bugün komünistlerin ciddi anlamda bir siyasi etkisi var, ama bu bir toplumsal enerjiye dönüşmüyor. Dolayısıyla bütün bunların olabilmesi için bir etkileşim gerekiyor. Bu etkileşimde biz birbirimizden çok korkarsak burada bir başarı şansı yok. Dolayısıyla temel ilkeler etrafında bazı şeyleri yeniden değerlendirmek zorundayız. Bunun yollarını açıyoruz ve bunu bir Türkiye Komünist Partisi projesi olmaktan çıkaracağız.
Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şey, toplumun yoksul kesimlerine güven veren bir program.”
‘Yeni bir cumhuriyetçi atılımı ilkelerimiz etrafında yaratmak istiyoruz’
Okuyan, “TKP Cumhuriyet’in 100. yılını nasıl selamlayacak?” sorusunu şöyle yanıtladı:
“Biz, yüzüncü yılda yeni bir cumhuriyetçi atılımı, enerjiyi sözünü ettiğimiz ilkeler etrafında yaratmak istiyoruz. Cumhuriyetin 100. yılında hiçbir sorun yok ki, kapitalizmle bağlantılandırılmasın. Biz cumhuriyetçilerin bir kesimine şunu söylüyoruz: ‘Siz komünist olmak zorunda değilsiniz, ama şunu kabul etmek zorundasınız. Bugünkü ekonomik sistemle Cumhuriyet değerleri bağdaşmıyor. Devletçi ve planlı ekonominin karşılığının sosyalizm olduğuna bakmanız lazım’
Şunun sorgulanması lazım. Türkiye’de niye laiklik ayaklar altına alınıyor, dinsel referanslar topluma aşılanıyor. Bir yandan da uyuşturucunun yaygınlaşması… Bunun nedenini kavramamız gerekiyor. Türkiye’de laik bir eğitim olsa, toplum bu kadar itaatkar olmaz. Bugünkü sistemde artık bağımsızlık, laiklik mümkün değil. Bunlar cumhuriyetçiler için temel referanslar. Devletçi, planlı ekonominin bunları aşmak için bir önkoşul olduğunu artık daha fazla kişi kavrıyor.”
‘Sosyalist belediyelerin sayısı artabilir, ama yeni kahramanlar beklenirse çoğalmaz’
Okuyan, Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu’nun hangi ezberleri bozduğuna ve sosyalist belediyelerin nasıl artırılabileceğine dair şunları söyledi:
“Maçoğlu’nun benimsenme nedeni, parayla işinin olmaması. İnsanlar Maçoğlu’nun halk için çalıştığını gördü. Normalde bir kamu görevlisi için bunun normal olması lazım, ama Türkiye’de bu özel haline geldi. Maçoğlu çalışkan, parayla işi yok ve üretime odaklı. Bu, bir süper güç durumu değil, tam tersine çok basit şeyler.
Bu örnekler çoğalabilir mi, çoğalabilir, ama halkımız sürekli birtakım kahramanlar beklerse çoğalmaz. Türkiye yine kahramanlar üretebilir, ama biraz da halkın kahramanlaşması gerekiyor. Bu yerel seçimlerin bu açıdan değerlendirilebileceğini düşünüyoruz. Türkiye’de halkçı sosyalist belediyelerin sayısı artabilir.”
‘AKP’nin tasarımında kadın voleybolculara yer yok’
Okuyan, gericilerin kadın voleybolculara dönük saldırılarını şöyle değerlendirdi:
“AKP’nin tasarladığı, öne çıkarttığı şeylerde TOGG’a yer var, SİHA’lara yer var, okçulara yer var, ama kadın voleybolculara yer yok, çünkü onun tasarımını sarsıyor. Bir yandan övünmek istiyorlar, yapamıyorlar. Bir bölümü ise açıktan tavır almak zorunda kaldı. Diğer tuhaflıksa şu. Türkiye’de laik duyarlılığı olan kesimin bu noktaya gerilemesi de tehlikeli. Buradan güç almak iyi, ama bir yandan bir oturup düşünmemiz lazım.
Biz Türkiye’de laiklik kavgasını, kadın voleybol takımımızın sırtına bindirirsek kaybederiz. Oraya çok fazla anlam yüklediğimiz takdirde bu toplum kendini atıllaştırır.”
‘Tarikatlara karşı yeni bir mücadele alanı açıyoruz’
Okuyan, TKP’nin yeni kurduğu Tarikatların Ensesindeyiz’e dair şunları kaydetti:
“Tarikatlar meselesinde çok fazla şikayet var toplumda. Çocuklara dönük işlenen suçlar var, kadınlara dönük işlenen suçlar var… Ortada dönen çok büyük paralar da var. Aslında tarikatlar da bir ekonomik çıkar grubu aynı zamanda. Holdingler tarikatlaşıyor, tarikatlar holdingleşiyor Türkiye’de. Biz Tarikatların Ensesindeyiz çalışmasıyla eğitim alanında, kadınlara ilişkin başlıklarda, yurt ve barınmaya ilişkin şeylere karşı mücadele alanı açacağız.”