AHA.CHP İstanbul Milletvekili ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan aday adayı Gürsel Tekin yazılı bir açıklama yaptı.
CHP İstanbul Milletvekili ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan aday adayı Gürsel Tekin yazılı bir açıklama yaptı.
Tekin açıklamasında ” İstanbul’un belirleyici bir konumu var. Maruz kaldığımız rejimin aşılması da, bu rejimin tahkimi de İstanbul’da oluşacak iktidar yapısına bağlı.” tespitinde bulundu.
Tekin’in açıklaması şöyle;
İstanbul tam 130 ülkeden büyük bir nüfusa sahip. Türkiye’nin gayri safi yurt içi hasılasının yaklaşık üçte birini tek başına İstanbul oluşturuyor. Her 4 vergi mükellefinden biri İstanbul’da faaliyetlerini sürdürüyor. Bunların arkasına eklenebilecek sayısız rakam ve veriyle birlikte ortaya çıkan açık gerçek şudur Türkiye’nin geleceği nasıl olacak sorusuna vereceğimiz her cevapta İstanbul’un belirleyici bir konumu var. Maruz kaldığımız rejimin aşılması da, bu rejimin tahkimi de İstanbul’da oluşacak iktidar yapısına bağlı. Yani önümüzdeki yerel seçimlerde yalnızca bir yerel iktidar seçmiyoruz, aynı zamanda bütün ülkenin kaderini belirleyecek, Türkiye’deki demokrasinin gelişmesini veya bu otoriter rejimin sürmesini sağlayacak önemli bir tercihle karşı karşıya kalıyoruz. Bu seçeneklerin dayattığı sorumluluğu üstlenecek şekilde hareket etmek de hepimiz açısından bir görevdir.
Önce panoromaya bir bakmak ve İstanbul’un AKP rejimindeki rolünü iyi anlamak zorundayız. İhdas edilen bu yeni otoriter rejim tüm pratik uygulamalarıyla kendisini en açık şekilde İstanbul’da göstermekte, aynı zamanda İstanbul’dan elde ettiği yüksek finansman ve enerji ile de kendi kurum ve kadrolarını beslemektedir. 1994 yılından beri kurulan yapının ana özellikleri bellidir. Mutlak iktidar amacına sahip olan AKP bu amacına ulaşmak için İstanbul’da kendi oligarşisini, şirketler aracılığıyla da finans aktarım merkezlerini kurmuş durumdadır. İstanbul’un tüm rantı bu merkezlere akmakta, yapılan uygulamalarla sürekli yeni bir sermaye ortaya çıkarılmakta, AKP’ye yakın odaklara akan bu sermaye de daha sonra AKP’nin propaganda makinasını oluşturan sivil toplum kuruluşları, vakıflar, medya organları gibi kurumlara aktarılmaktadır. AKP yönetici kadrolarını da besleyen bu sermaye akışı, AKP’nin daha önce siyasi tarihimizde görülmemiş bir maddi kaynağa ulaşmasına neden olmakta, daha önemlisi İstanbul’da oluşan pratik tüm Türkiye’de yerel ve ulusal ölçekte tekrarlanmaktadır. Bugün AKP yalnızca bir siyasi parti değildir, adeta bir şahıs şirketi gibi yönetilen, medya, inşaat, madencilik, enerji ve sayısız iş kolunda faaliyetler yöneten Hyrdra gibi çok kollu bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın kalbi İstanbul, damarlarında akan kan da İstanbul’da ortaya çıkan büyük ranttır.
Bu rantın sürdürülebilmesi ve arttırılması elbette belli başka uygulamaların politika haline getirilmesi ile mümkündür. Hukuk devletinin ortadan kaldırılması, demokratik katılım süreçlerinin bastırılması, denge denetim sistemlerinin yok edilmesi bir tesadüf değil, bu mekanizmanın yaşaması için birer zorunluluktur. Sayıştay tarafından hazırlanan İstanbul Büyükşehir Belediyesi raporu bu zorunluluğun nedenlerini anlamak açısından sayısız örnekle doludur. Örneğin İSKİ’nin kullandığı araçların benzin depolarına kadar yolsuzluk yapılmaktadır. Normalde bir araç 100 kilometrede 6 litre akaryakıt tüketiyor. İSKİ’de aynı araç 10 değil 20 değil tam 63 litre yakıt tüketiyor. Yolsuzluğun buraya kadar inmesi, genelleşmesi ve olağanlaşması karşı karşıya olduğumuz sorunun boyutunu göstermesi açısından da uyarıcıdır. İmar Komisyonlarında ve belediyenin işleyen her idari makamında artarak devam eden usulsüzlükler aynı bu yolsuzlukta olduğu gibi birilerine büyük maddi kazançlar sağlamakta, koca bir mekanizmayı beslemektedir. Katılımcı bir yönetim biçiminin, denge denetim sisteminin, bağımsız bir yargının olduğu hiçbir sistemde böyle bir usulsüzlük ağı mümkün olamaz. AKP’nin demokratik süreçlere düşmanlığı ideolojik bakış açısıyla son derece tutarlıdır.Yağmanın boyutu ise kamuoyunun bildiğinden çok daha büyük. Yaklaşık 1 ay önce TOKİ uzmanları tarafından hazırlanan bir raporu TBMM’de açıkladım. Uzmanlar İstanbul’da İBB ve Bakanlıklar tarafından ayrıcalıklı imar planları çıkartılan 76 projeyi inceliyor. Rapora göre sadece bu 76 projede yapılan vurgunun büyüklüğü 240 milyar Türk Lirası. Bir başka deyişle Tunus Ekonomisi kadar büyük bir para bir avuç adam tarafından çalınmış durumda. Bu vurgun dünya tarihinin en büyük rant yolsuzluğudur. Bu kadar büyük bir yolsuzluk da birkaç şahsın münferit bir şekilde yapabileceği ölçekte değildir, organizedir. Beton Lobisi dediğimiz bu organize yapı bürokraside, yargıda, Belediyede ve medyada sahip olduğu uzantılarla maruz kaldığımız otoriter rejimi beslemektedirÇok iyi anlaşılması gerekiyor ki İstanbul’da ve tüm Türkiye’de yaşadığımız sorunların temelinde işte bu mekanizma var. Zira bu mekanizmanın devam etmesi birçok başka unsurun devam etmesine bağlı. Örneğin böyle bir rant yolsuzluğu ekolojik yapıyı koruyacak politikalarla birlikte mümkün değildir. O yüzden çevre tahribatı alabildiğine devam ediyor. İstanbul’un ciğerleri ranta açılıyor ve bu canavarı beslemek için yok ediliyor. Bu mekanizma daha yüksek asgari ücretle, uluslararası standartlarda işçi haklarıyla da devam edemez. Sendikasızlaşma, taşeronlaşma böylelikle emek maliyetinin sürekli baskılanması mekanizmanın parçaları için kar marjlarını arttırdığı oranda anlamlı. Yağmalanan yüksek sermaye daha sonra siyasal yapıyı tahkim etmek için harcanıyor. Basın özgürlüğünün olduğu, bağımsız gazetecilerin iktidarı kamu adına denetleyebildiği bir ortamda bu tip usulsüzlüklerin yapılması da mümkün değildir. Basına, düşünce ve ifade özgürlüğüne ve genel olarak tüm temel haklara yönelik saldırı bu doymaz yapının sıhhati için geçerlidir. Evet bu ülkenin kanını emerek hayatta kalan vampirler var ve o vampirler İstanbul’u yönetiyorlar.
Şu soruyu sormak zorundayız. Demokratik, rasyonel hiçbir modelle, hiçbir yönetim yöntemiyle bir arada yürümesi mümkün olmayan bu uygulamaların sonucu nedir? Ülke çapında uygulanan politikanın doğal neticesi nasıl biber gazı kokan sokaklar, zincirlenmiş bir medya, toplumsal güveni kaybetmiş bir yargı mekanizması olduysa ve Türkiye her alanda nefes alamaz hale geldiyse, 1994’ten beri sürdürülen “belediyecilik” sonucunda da İstanbul nefes alamaz bir hale geldi. Bugün İstanbul yaşanabilir şehirler sıralamasında 60 şehir arasında 40’ıncı sırada. Sağlıklı şehirler sıralamasında sondan ikinci durumdayız. Dünyada kadınlar için en tehlikeli 10 şehirden bir tanesi İstanbul.
Goebbels Prensibi diye literartüre girmiş durumda. “Bir yalan ne kadar büyükse o kadar inandırıcı olur.” AKP belediyeciliği bunun somut örneğidir. Şehircilik tarihimizin en başarısız, en yıkıcı, en zararlı pratikleri birer başarı abidesi olarak karşımıza dikilmektedir. İstanbul bugün ekolojik sınırlara dayandı. Güven ve huzur ortamı yok oldu. Dünyanın en güzel şehri yağmalanırken, İstanbul 21’inci yüzyılın her alanda gerisinde kalıyor. Viyana, Barcelona, Londra, Berlin sayısız şehir yeni teknolojiler, yeni yönetim biçimleri ve anlayışıyla gelişip, serpilip büyürken, İstanbul için için ölüyor. Bugün İstanbul’da Kağıthane’de insanlar teneke barakalarda, Fikirtepe’de çadırlarda yaşıyor. Haykırarak söylüyorum, dünya tarihinin en acımasız apartheid uygulamaları İstanbul’da günlük pratik haline gelmiş durumda. Tek fark insanlar ten renkleriyle değil banka hesaplarıyla ayrımcılığa uğruyor. Tarihi Sulukule semti köklerinden ve insanlarından alenen arındıldı. Kentsel Dönüşüm adı altındaki uygulamalarla yüzbinlerce kent sürgünü İstanbul’un çeperlerine yollandı. Üsküdar Kirazlıtepe’de mazlum muhafazakar ailelerin evlerine el koymak için gece vakti operasyonlarla camiileri yıkıldı. Gözümüzün önünde yüzbinlerce İstanbullunun üstünden hafriyat kamyonlarıyla geçiliyor, evleri ellerinden alınıyor, onların yerine dikilen plazalarda kan üstüne kurulan sefahat alemleri yaşanıyor.
Bu apaçık gerçekler bizi zorunlu tek bir sonuca götürüyor. İstanbul’u kazanmak zorundayız. Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi için, yeni bir toplumsal hattın oluşması için kazanmak zorundayız. Ekolojik sınırlarına dayanmış ve büyük bir doğa felaketine doğru koşar adım giden İstanbul’u kurtarmak için kazanmak zorundayız. Her gün beton lobisinin pençesinde türlü acılar çeken, evlerine el koyulan, dolandırılan, itilen, kakılan garipler için kazanmak zorundayız. Çocuklarımızın yüzüne bakabilmek için kazanmak zorundayız. İstanbul’u kazanmanın yolu da bugün AKP’nin kalelerini sarsmaktan geçiyor. Tam 4 yıldır bu amaçla çalışıyorum. Viyana, Barcelona, Londra başta olmak üzere dünyadaki en iyi projeleri, şehircilik uygulamalarını tek tek inceledik. Dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim veren saygın akademisyenlerle, bu ülkeye uzun yıllar hizmet etmiş bürokratlarla İstanbul’un sorunlarını masaya yatırdık. Bugün İstanbul nüfusunun yüzde 50’si sadece 10 ilçede yaşıyor. Bu ilçelere özel bir çalışma yaptık. Esenyurt, Küçükçekmece, Üsküdar, Pendik, Sultangazi, İstanbul’un çeperlerini adım adım dolaştık. Nerede bir derdi olan varsa yanına koştuk, nerede bir mazlum varsa elinden tuttuk. Bugün bu çalışmalarımızın sonucu ulusal basında da yer alan kamuoyu anketlerinde ortaya çıkmış durumdadır. Halk bir değişim istiyor.
Şimdi bu değişime AKP tahakkümünün dikte ettiği belediyecilik biçimleriyle ulaşamayız. Dilde AKPlileşerek, rant ağlarını devam ettirerek, yeni beton hikayeler yazarak İstanbul’da değişim mümkün değildir. Bu bakış açısı geniş kitleleri daha fazla yalnızlaştırmakta, alternatifsiz bırakmakta, AKP’nin rant mekanizmasının üstünden geçtiği muhafazakar kitleleri de umutsuzlaştırmaktadır. Ben içlerinde yaşıyor ve biliyorum. Onlar aynısını başkasının yapmasını istemiyor. Onlar yeni bir İstanbul istiyor. Saygıyla içinde yer alacakları, güven içerisinde yaşayacakları, rant için evlerine el konulmayacak, huzur içerisinde ömürlerini geçirebilecekleri bir İstanbul talep ediyorlar. Bunu başaracağız. Siyasi partiler kadar toplumun aydın kesimlerine düşen görev de bu değişimde öncü rollerini yerine getirmek olacaktır.
İstanbul bir belediyecilik tartışması konusu değildir. İki Türkiye arasındaki bir tartışmadır. Siyasidir. Bir tarafta kurduğu rant ağlarıyla otoriter bir rejim tahkim eden ve bu rejimi devam ettirmesi de bu yağmanın devam etmesiyle mümkün olan bir anlayış var, diğer tarafta da özgür, onurlu, çağdaş bir Türkiye hayali var. Bu hayali mutlaka gerçek yapacağız.
KAYNAK-
GERÇEK
GÜNDEM