CHP’li 11 belediyenin başlattığı bağış kampanyasına karşı iktidarın aldığı tavır bu yaklaşımı bir kez daha gözler önüne serdi:
Mansur Yavaş’ın “Koronavirüs salgını nedeni ile işini ve gelirini kaybeden tüm ailelere düzenli olarak gıda yardımı ve nakit desteği vereceğiz. Gün dayanışma günüdür, zorlukları birlikte aşacağız” diyerek başlattığı hamle, hızlı bir biçimde 11 CHP Büyükşehir Belediyesi’nde de karşılık bulup, ortak bir bağış kampanyasına dönüşünce iktidar bundan rahatsız oldu.
Kampanyanın tutacağı anlaşılınca, Erdoğan, Yavaş’ın bu hamlesini hemen kopyaladı ve bir gün sonra “Biz bize yeteriz Türkiyem” diye devlet adına bağış kampanyası başlattı. Arkasından, CHP’li belediyeler hedef alındı. Önce İçişleri Bakanı Soylu’nun “Devlet izin vermeden ‘Ben yardım topluyorum’ derseniz başka devlet, yeni hükumet oluşturmak istiyorsunuz” demektir şeklindeki çıkışı, sonra da “talimatın asıl sahibi” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “belediyelerimiz, valiliklerimizin izni olmaksızın bu tür kampanyalar açacak olursa bu devlet içinde devlet olma mantığıdır” çıkışı geldi.
Oysa sorun ne yasa, ne de Erdoğan’ın çok iyi bildiği “Paralel Devlet” değildi. İktidarı rahatsız eden asıl sorun, dayanışma kampanyasının iktidarın kontrolü dışında, üstelik CHP belediyeleri tarafından başlatılmış olmasıydı…
AKP’nin bu paniği, hemen her yere yansıdı. Yargıtay’dan eğitime, vakıflardan işyerlerine kadar “resmi” talimatlarla “bağış kampanyası” başlatıldı. Panik öyle bir panikti ki, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün resmi bağış kampanyası genelgesinde kampanyaya katılmaları için “Cemaat Vakıfları”na özel vurgu bile yapıldı, Diyanet yine durumdan vazife çıkararak her ne kadar açıkça “Belediyeler bağış toplayamaz” demese de, adrese teslim, “ulusal düzeyde başlatılan dayanışma kampanyaları caizdir” diye fetva yayınladı, lafı “senin İBAN’ın haram, benim İBAN’ım helal” demeye kadar getirdi!
İnsanlığın en kutsal işlerinden biri olan “dayanışma hareketi” karşısında bile ayrımcı bir tavır sergileyen iktidarın, sorun çözmek, dertlere deva olmak bir yana, sürekli sorun üreten bu anlayışını mahkum etmenin ve “sahip-misafir” ilişkisinin bitirmenin yolu, 11 CHP belediyesinin başlattığı kampanyayı büyütmekten geçiyor!
Krize dönüşen bir salgın ortamında bile, bu ülkenin en saygın kurumlarından Türk Tabipleri Birliği’ni, sağlık sendikalarını, meclisteki siyasi partileri sürece dahil etmeyen, valilerin yetkilerini arttırarak, 30 büyükşehir belediye başkanını yetkisizleştirmeye çalışan, yalnızca muhalif parti belediyesi diye açılan bağış kampanyalarını bile bloke etmeye çalışan, en iyi yaptığı iş kutuplaştırma olan, yalnızca kendisini düşünen, bağışları bile vergiden düşürmeyi hesap eden iktidardan medet ummak da, gerçekçi hamleler beklemek de anlamsızlaşmıştır!
Demokrasi güçleri daha fazla zaman kaybetmeden merkezinde Türk Tabipleri Birliği’ni, sağlık sendikalarının, bilim adamlarının olduğu alternatif bir “Kriz Koordinasyon Merkezi” kurarak, günlük düzenli açıklamaları ve önerileri buradan yapması gerekir. Çünkü Türkiye’nin, bu “karantina” ortamında “şeffaf ve güven verici bir bilgi merkezine” acil olarak ihtiyacı var!
Bu becerilemezse gözaltına alınıp, sonra bırakılan TIR şöförünün dediği gibi “Bizi virüs değil bu düzen öldürür” !